Sis…

Öyle ki; aç sefil kalalım, per perişan olalım ama bu anlamsız sorun yüzünden kimsenin burnu kanamasın diyenlerdenim.

Bu ülke artık bu sorununu çözüp, enerjisini başka yaşamsal alanlarda harcamalı.

Ama nasıl?

Aslında sorunun tespitinin yapılmasının ardından “Kürt sorunu” olarak adlandırılması sorunun salt Kürtler'den kaynaklı olduğu sanısını da bilinçaltımıza göndermektedir.

Oysa sorun Türkler'in değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt yurttaşlarının haklarını tanımamasından ileri gelen bir sorundur. Önceleri "Kürt yoktur" denilerek başlatılan bu inkâr süreci, şiddetin karşılıklı tırmandırılması ve siyasetin çözüm üretememesi sonucu bugünkü noktaya getirilmiştir.

Temel hak ve özgürlükleri ve demokrasi temelli bütün talepleri demokratikleşme yolunda bir zenginlik olarak değerlendirmek yerine, öz halk-üvey halk ayırımına giden devletin suç dosyası her geçen gün kabarmakta. Bu suçu ise kimse üzerine almamaktadır.

Her siyasetin ve siyasetçinin şu soruya net, samimi bir yanıt vermesi gerekiyor:

Biz bu sorunun demokrasiyle aşılmasını, siyasi çözüm bulunmasını istiyor muyuz?

Otuz beş çocuğun bombalanarak katledilmesinin ardından yürütülen tartışmaya bir bakalım.

AKP hükümeti şaşkın! Sis perdesi dağılsın, soruşturma, inceleme vesaire sonuçlarına göre suç ve suçlu tespiti yapılsın noktasında hâlâ.

Bu durumun da Türkçe meali; “MİT, TSK istihbaratı veya her kimin kusuru varsa bulunup cezalandırılacak”.

Gülen cemaatinin Başbakan'a, Taraf yazarı Mehmet Baransu üzerinden ayar çekme, MİT müsteşarını harcama çabası da olay üzerindeki sis perdesini daha karmaşık bir hale getiriyor.

CHP’nin genel başkan düzeyinde bölgeyi ziyareti sonrası çıkan manzara “sorumlulardan hesap sorulsun” yönünde. Zira Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamada “Olay aydınlatılıncaya kadar konunun takipçisi olacağız” demesi, birilerinin bulunup cezalandırılması isteminden öte bir şey değil. Bir nevi "sis perdesi dağılsın" halı.

MHP’de “kusuru olanlar bulunsun, hesap sorulsun” talebini mevcut Kürt politikasıyla soslandırarak dillendiriyor. Bekleyelim görelim "hele bir sis perdesi dağılsın"…

BDP her ne kadar olayın mağduruysa da, devletin yıllardır uyguladığı devasa şiddete suçüstü yapmış olmayı siyasi avantaja dönüştürebilir. Sorumluların bulunmasından çok, zaten var olan orantısız güç uygulaması ve devletin şiddetten vazgeçmesine, barışın daha yüksek bir sesle dillendirilmesine dönük bir yol izlemesi muhtemel. Bu şerden barışa hizmet edecek toplumsal fayda çıkartılacak bir iklimin oluşmasına katkı sağlaması ise BDP'nin yapacağı en sahici işlerden olacaktır

(Bu noktada AKP’nin kendi silahlı kuvvetlerini Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları kapsamında ıslah ettiği, BDP’nin de PKK’ya söz geçirmesi gerektiği savına katılmadığımı belirtmeliyim. Yasal bir partinin yasadışı silahlı bir örgütle aynı zeminde değerlendirilip, sanki ona bağlı bir örgütmüş gibi yaratılmaya çalışılan bir algı sorunu çözümsüzlüğe havale etmekten öte bir şey olmayacaktır. Ama yinede sahici bir yaklaşım olmasa bile “AKP  TSK’sını düzeltti, BDP’de PKK’sını düzeltsin” beklentisi bilinçaltındaki yerini korumaya devam edecektir.)

Başa dönecek olursak; BDP hariç, AKP-CHP-MHP ortalama bir ifadeyle sorumluların bulunup cezalandırılması noktasında hemfikir gibi görünüyorlar.

Peki, partilerin bu ortak tavrı, sorunun tarifi ve çözümüne dair bir yaklaşım mıdır?

Suçlu o bombaları atan, atmasına yönelik “yanlı(ş)” istihbarat verenler midir?

Yoksa asıl suçlu, Kürtler'in bütün insani, demokratik hak taleplerine kulak tıkayan, seçmen tabanına dönük ucuz politikalarla şiddeti makul gören siyasal anlayış mıdır?

Daha geçen hafta, Leyla Zana’nın siyasi talebine yanıt veren CHP’li Muharrem İnce’nin “bedel ödersiniz” yanıtı hâlâ hafızalardaki yerini koruyor. Ne diyor Muharrem İnce?

“Kan dökeriz” diyor.

Kime diyor?

Seçilmiş Kürt siyasetçisine diyor.

Kürt siyasetçi yıllarca cezaevinde yatarak bedel ödememiş midir?

Bu sorun uğruna ölen binlerce genç bedel değil ise nedir?

Ve her türlü barış girişiminde bu sığ, ırkçı siyasi anlayış yüzünden AKP hükümeti oy kaygısıyla geri adım atmamış mıdır?

Diyeceğim o ki, suçlu arıyorsanız aynaya bakın.

Suçlu karşınızda duruyor.

Sizsiniz…

Kurtarın artık kendinizi şu katliam ruhundan, kin ve siyasal cinnet halinden.

Bu savaş olmasaydı, o uçaklar kalkmayacaktı.

Bu savaş olmasaydı, o çocukları öldürmeye gerekçe olmayacaktı.

Bu sorunun çözümünde her sözünüz samimiyetsizlik kokuyor.

Kafalar değişmedikçe bugün Genelkurmay, yarın Başbakan, öbür gün Cumhurbaşkanı özür dilese ne çıkar?

Kürtler sorun değil, sorun sizin tek tipçi kafanızda.

Ve olay üzerindeki sis değil, asıl o kafanızdaki sis dağılmadıkça ödediğimiz bedeller içerisinde boğulacaksınız.

Siyaset sahnesinden silinmeniz Barış'ın bedeli olacak.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.