Seyit Onbaşı

    Seyit Onbaşı. 1915 yılında Çanakkale’de şehit düşmüş bir Anadolu çocuğu. Memleketinde anasını, babasını, kardeşini, eşini belki de dedesini bırakıp Çanakkale’ye koşmuş. Bugün üç kuruşluk menfaat için, adeta gözünün bebeğine baktığımız emperyalist Batılılardan ülke topraklarını korumak için.
    1915 yılından daha düne kadar, korumaya çalışırken şehit olduğu topraklarda mışıl mışıl uyuyordu. 18 Mart 2008 günü şöyle irkildi kabrinde. Adı söyleniyordu çok yakınında. Hatırasını anmak için değil, siyasete dayanak yapılmak amacıyla.
    Seyit Onbaşı çok rahatsız oldu. Ama sesini yukarıya duyuramadı yattığı yerden. Evet iki yüz kırk kiloluk top mermisini kaldırıp, topun namlusuna koydu. Olağanüstü bir güç kullanması, tarihe mal oldu. Bunu vatan sevgisi ve bağımsızlık özlemi ile gerçekleştirdi. Bunun imanla, daha doğrusu; ifade edenlerin belirtmeye çalıştığı imanla ne alakası olabilir?
    Birkaç yıldır Çanakkale Zaferi, bazı çevrelerce kurcalanıyor. Resmiyette komutan Liman Von Sanders idi ama, bölgeyi ve savaşan askeri tanıyan ve ona komuta eden Mustafa Kemal’dir. Zaferdeki payı tartışılmayacak kadar büyüktür. Niçin gölgelenmek isteniyor? Niçin ermişler, valiler gündeme getiriliyor? Bende Çanakkale’de şehit olmuş birinin torunuyum.
    Lütfen, Çanakkale Zaferini ve şehitlerini politik sahanın içerisine çekmeye çalışmayınız. Onlar vatani görevlerini yapmışlar, birçoğu şehit olmuş ve bazıları da Mustafa Kemal gibi gazi. Tarihe mal olmuşlardır.
    Bırakınız, ebedi hayatlarında rahat uyusunlar. On paralık siyasi çıkar için onları da rahatsız etmeyiniz.
***     ***     ***     ***     ***
    Teknoloji gün geçtikçe gelişiyor. Her ne kadar geliştiren biz değilsek de, anında faydalanmayı başarıyoruz.
    Daha önceleri telefon aygıtı kullanılırdı iletişim faaliyetlerinde. Şimdi ise internet kullanılıyor. Benim şikayetim normal iletişimden değil, gizli kapaklı yapılan iletişimden. Adam, birine kızıyor ve geçiyor telefonun başına; karşı karşıya gelip söylemekten aciz olduğu için telefonda kinini kusuyor. Karşıdakinin mık demesine fırsat vermeden telefonu kapatıyor. Derin bir nefes alıyor. “Hah işte karnımın şişi indi.”
    Böyle münase-betsizliklerden bir zamanlar bende nasibimi almıştım. Bir şubemize müdür vekaleti ile görevlendirildim. Bankalarda müdür değişikliklerini gözleyen afacanlar olur. Yeni müdür göreve geldiği gibi onlarda bir iki bankaya düşmeye başlarlar.
    Yeni göreve gittim. Başlar, başlamaz iri kıyım bir babayiğit(!) geldi ve kredi talebinde bulundu. Dosyasını inceledim ki; dostlar başına. Baştan aşağı kırmızı kalem yemiş. Tabi talebini yerine getirmedik. Ertesi gün zır telefon. Açar açmaz “ulan sen başımıza belamı gönderildin p…..nk herif. Sen beni tanıyor musun. Senin bacaklarını kırdırırım” yollu hakaret ve tehditler. Ben henüz sen kimsin demeye meydan kalmadan, çattt diye telefon kapandı.
İki gün sonra yine telefon, yine aynı kişi. Sesini tanıdım ya. Bu defa ona fırsat vermeden, “ulan boyundan bosundan utan, ufacık bir telefonun arkasına gizlenip edepsizlik ediyorsun” dedim. Karşıdan çıt yok. Ve olay öylece kapandı.
Şimdi internet denen aygıt bu tür işlerde kullanılıyor. Gazete veya internet sitesinde bir yazın mı yayınlandı. Hemen ertesi gün, bu tür afacanlar oturuyorlar bilgisayar başına, başlıyorlar incilerini döktürmeye. İsimler ise hep sahte.
Bir yazımla ilgili olarak, münasebetsiz birisi, yorum yapıyorum diye hakarete varan zırvalamalarda bulunmuş Ad soyadı sahte. Belli ki küstahlıkta birinci, cesurlukta ise sonuncu. Araştırılır ise, gerçek kimliğine hukuk yolu ile ulaşılabilir. Fakat, o kadar çoğaldılar ki; hangi biri ile uğraşacaksınız?
    Geçen gece, bir televizyon kanalında görüşlerini açıklayan ATO Başkanı Sinan Aygün’e sahte isimlerle birden çok münasebetsiz @-mail gönderip, edepsizlik ediyor. Bay Aygün tabii ki hepsine gülüp geçti.
İyi tamam da. Bu işin bir çözümü olmalı. Çünkü, bu gibi edepsizlikler gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. En azından yayıncı kuruluşların bu gibilerin iletilerini yayınlamamaları daha doğru olmaz mı?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.