Sayın Doğu Perinçek’e soruyoruz?

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Aydınlık gazetesinin 8 Şubat 2018 tarihli sayısında, “İşte Türkiye’nin dinamikleri” başlıklı yazısında Sayın Perinçek şöyle diyor:
“Emekçilerin çıkarlarıyla büyük sermayenin çıkarlarının uyumlu olduğu bir tarihî dönemden geçiyoruz.”
Bu tarihî dönemde, “En başta elbette emekçilerin iktidarı paylaşma sorunu!” meselesine dikkat çekiyor.
Bu duyarlılık yeterli mi?
İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında Gazi Mustafa Kemal, emepreyalist ve sosyalist ekonomiler arasındaki rekabet gerçeğinden hareketle şu uyarıda bulunmuştu: “…zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.”
Bu çarpıcı bilimsel saptama, Türk Devrimi’nin özü ve tarihsel işlevi açısından değerlendirildiğinde, dün olduğu gibi, bugün ve yarınlarda da emeğin ve sermayenin ortak çıkarları sözkonusudur. Günümüzde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı beka ve halkının refah sorununun oluşumunda, Atatürk dönemi sonrasının devletçi karma-ekonomi uygulamalarının kaçınılmaz bir sonucu olduğu gerçeği asla yadsınamaz.
Tecrübelerden ve hatalardan ders çıkarmak akıllı insanların işidir.
Atatürk döneminde uygulanmış olan devletçiliği emperyalist ve sosyalist ekonomilerdeki devletçilikten ayırt eden en belirğin özellik, halkçılık niteliğiydi. O’nun ölümünden sonra halkçılık anlayışı giderek terkedildi. Devletin malı deniz, yemeyen domuz (keriz) zihniyetiyle Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşulların tohumları ekildi.
Ortada bu acı gerçek dururken, Altı Ok’un devletçiliğine sarılmak niye?
Altı Ok’un bilim içerikli devrimcilik ilkesi ile düşünerek, devletçi karma-ekonomi modelini halkçı karma-ekonomi modeliyle neden değiştirmeyelim?
Halkçı karma-ekonomi modeli nedir?
Halkçı karma-ekonomi; özel ve kamu sektörlerinin, özel ve kamu girişimciliğinin birlikte üretim yaptığı bir yapılanmadır. Özel sektörde üretim araçları nasıl patronların mülkiyetindeyse, kamu sektöründe de üretim araçları çalışan emekçilerin mülkiyetindedir. Üretim araçları zenginliğin kaynağı olduğuna göre, halkçı karma-ekonomide; devletçi karma-ekonomideki gibi sadece sermaye sınıfı değil, hem sermaye hem de emekçi sınıflar yani milletçe zenginleşmenin koşulları yaratılır.
Türkiye’nin bekası ve halkının refahı, öyle tuhaf “üretim ekonomisi” kavramıyla değil, halkçı karma-ekonomi modelini halka anlatarak, laik ve Müslüman emekçilerin de bu memlekette insanca üretme ve yaşama hakkı olduğunu söyleyen yurtsever siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla uzlaşmaktan geçer.
Bütün millî sınıfların ortak iktidarı, devletçi karma-ekonomi modeliyle değil, ancak halkçı karma-ekonomi modeliyle kurulur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.