Saltanat özentisi

Geçtiğimiz hafta içerisinde bir cenaze törenine tanık olduk. Osmanlı Hanedanı’nın son temsilcilerinden Osman Ertuğrul 97 yaşında vefat etti. Cenazesi  Sultan Ahmet Camii’nde kılınan namaz sonrasında, Çemberlitaş’ta bulunan  II.Mahmut  haziresine defnedildi. Cenaze töreninde kalabalık bir Hükümet Erkanı’nın yanında, Cumhurbaşkanı’nın çelengi en dikkat çekeni idi.
            Neyse, asıl konumuza gelelim. Medyanın bir kısmı olaya, olması gerekenden fazla ilgi duydu. Gün boyu Osman Ertuğrul’dan bahsetmesi yetmezmiş gibi, gece boyunca da Osmanlı Hanedanı’nı halkın gözüne gözüne sokmaya çabaladı.
            Biliyorsunuz, bir televizyon kanalında kendisini tarihçi zanneden bir zat, tarih diye bir sürü mavalı tekrar ede ede tarihin canına okumaktadır. Bu zatın asıl eğitimi ekonomi,  ekonomiye ilgi duymamış olmalı ki, musikiye yönelmiş ve tanınmış musiki üstatlarından dersler almış. Fakat ne hikmetse, musikide de bir varlık gösterememiş ve tarihe musallat olmuştur. Eline geçirdiği ve tarihi belge olup, olmadığı su götüren bir sürü dökümanı sergilemeye çabalamaktadır.
            Her fırsatta, Osmanlı Hanedanı’nın haksızlığa uğradığını söyleyecek kadar haddini aşmaktadır. Hanedan mensuplarının, sürgünde iken geçim zorluğu çektiğini, sefalet içerisinde yaşamlarını sürdürdüklerini ifade edegelmiştir.
            Osman Ertuğrul’un cenaze töreninden sonra, mensup olduğu televizyon kanalına Hanedandan Orhan Osmanoğlu ve oğlu Yavuz Selim Osmanoğlu’nu çıkarmış, söyleşi yapıyor. Baba oğula mihmandarlık yaparak onların ajitasyonuna zemin hazırlıyor.
            Efendim, dedeleri  Padişah Vahdettin Mustafa Kemal Paşa için olumsuz düşünmezmiş. Sarayda küçük şehzade ve sultanların hep bir ağızdan “Kahrolsun Mutafa Kemal Paşa” nakaratlı şarkıyı söylemelerini men edermiş. Sarayda Mustafa Kemal aleyhinde  laf edilmezmiş. Programda bu ve buna benzer mavallar, milletin gözüne baka baka söylenmektedir.
            Orhan ve oğlu Yavuz Selim de, Mustafa Kemal Atatürk hakkında kötü bir düşünceye sahip olmadıklarını belirtiyorlar. Hatta Mustafa Kemal’e; sürgüne gönderilerek  belki de can emniyetlerinin sağlanmasından dolayı müteşekkir olduklarını ifade ediyor. Bu düşüncesinde samimi ise,  doğru bir tespit.  Mütareke basını mensubu Ali Kemal’in, İzmit garındaki akıbeti hafızalarda. Fakat işin ilginç yanı, Orhan  ve oğlu Yavuz Selim; Atatürk’ten devamlı “Mustafa Kemal” diye bahsetmektedirler. Sınıf arkadaşlarından bahseder gibi. Herhalde kendileri  halen sarayda şehzade, Atatürk de, emirleri altında bir Osmanlı subayı.
            Şimdi gelelim asıl sadete. Padişah Vahdettin’in, Atatürk hakkında dostane düşündüğünü kabüllenmem mümkün değil. Öyle olmuş olsa idi, ülkesinin ve milletinin bağımsızlığı için savaşan Mustafa Kemal’in idamı için ferman imzalamaz idi. Mustafa Kemal’e inansa idi, İngilizlerin zırhlısına atlayıp ülkesinden kaçmaz idi.
            Gelelim sürgün işine. Sürgün kararı, Cumhuriyetin ilanından sonra alınmıştır. Neden sürgün?
            Cumhuriyetin ilanından sonra, İstanbul’da kalmasına izin verilen Halife Abdülmecit Efendi, fırsatını buldukça Cumhuriyet ve Cumhuriyet kadroları aleyhinde söylemde bulunuyor, yeni rejimin temellerini sarsmaya çalışıyor; Hanedan mensubu Prens Sebahattin’i fişekleyerek, Osmanlı’yı yeniden diriltmeye çalışıyordu. Bunun üzerine, başta Halife olmak üzere yüzelliiki  hanedan mensubunun sürgüne gönderilmesine karar veriliyor.
            Hanedan, sarayda mürebbiyelerle, dadılarla büyümeye alışmış küçükler ve cariyelerle, hizmetçilerle sefa sürmeye alışmış büyükler; sürgün kadrosunu binaltıyüz kişiye çıkarmışlardır. Kadronun genişliğinden dolayı geçim sıkıntısı çekmeleri gayet doğaldır. Anadolu’nun özbeöz Türkleri, yüzyıllarca sefaleti yaşamadılar mı sayelerinde?
            Muhterem tarihçimiz, Osmanlı hazinesinden nedense hiç bahsetmez. Sahi, Osmanlı hazinesini kimler beraberinde götürdü?  Hazineyi, İstanbul’da bırakmış olamazlar. Bu niçin gündeme getirilmez de; bilmem hangi sultan, bilmem hangi sultana sıkıntısını iletmek için mektup yazamamış, posta parası olmadığı için.
            Tarih, bir bilim dalıdır. Gerçek tarihçilere bırakılmalıdır. Mahalle dedikodusu yapar gibi, tarihi olaylar irdelenmez. Hele hele, tarih biliminden nasibini alamayanlar biraz geri durmalıdırlar.
            Ha, birileri çıkıp “Efendim biz Osmanlı’yı seviyoruz, onları günümüzde yüceltmek görevimizdir. Saltanat aşkı yüreğimizi yakmaktadır” derse, bir ölçüde kişinin takdiridir diyebiliriz. Ama bunu tarihi gerçekleri ifade ediyormuş gibi lanse  edilmeye çalışılırsa, gerçekler saptırılırsa tepkimiz çok sert olur.
            Hiç kimse Osmanlı Saltanatının geri gelmesini beklemesin. Dereler doğduğu kaynağa doğru akmaz. Devamlı ileriye, denizlere doğru akar. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet de, devamlı ileriye doğru akmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.