Salça değil, kan kan…

Yazılan köşe yazıları bir ülkenin günlüğü oluyor adeta değil mi?
Son beş yılda yaşananlara iki kelam ettiğim yazılarıma bakıyorum da, unuttuğum onca olayı hatırlıyorum sayelerinde.

Yaşanan çatışmalarda şehit olan askerler için 2012’nin 21 Haziran’ında Biz Uyuduk Sen Öldün başlıklı bir yazı yazmışım en son.
Wikipedia’da da PKK’nın son eylemi olarak; 18 Eylül 2012’de Bingöl-Muş Yolu, Kardeşler Köyü yakınlarında seyir halindeki askeri konvoya yapılan saldırı ve 50 askerin yaralanması ile 10 askerin şehit oluşu görülüyor.
Bir yandan 2010’dan beri Orta Doğu’ya dayatılan ve ele yüze bulaştırılan Arap Baharı, 2013’de Oslo’da başlayan Çözüm Süreci, bir yandan da dağdan inen teröristlerin birer kahraman edasıyla karşılanışı ve 23 Mart 2013’de yazdığım Besle Kargayı Kutlasın Baharı başlıklı yazım.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile yaşanan içli-dışlı, diz boyu samimiyetli, buram buram kanka kokan ilişkilerin bir anda Esed’e dönüşmesi ve Esed’in en büyük düşman ilan edilmesi ile alevlenen garip ilişkiler silsilesi.
Ülkemizi (abartısız) istila eden Suriyeli göçmenler.
Kardeş de bir yere kadar diyerek “gelmeyin” demişim onlara da…
Hepsi bir bir yer bulmuş yazılarımda.
Ve şimdilerde içimi saran, çok yakın bir zamanda “gelmeyin” dediğim o insanlarla aynı kaderi paylaşacağımız korkusu.
Seçimler sonrasında da çığrından çıkmışcasına yurdun dört bir yanına sıçrayan terör olayları.
Gelen şehit haberleri.
Yine aynı, hep aynı acılar….
****
Seçimin ardından beğenilmeyen(!) sonuçlar sonrasında işi beğenilir hale getirebilmek için verilen mücadele ve devamında yeniden hortlayan terör olayları ülkemizi epey yoruyor bugünlerde.
Bir yandan da ateşle oynanan bu oyun ülkemizi dönüşsüz yollara sokuyor.
Şimdi; şu gidişata bakıp da siz de en az benim kadar korkmuyor olamazsınız.
Savaş çığlıkları yerine barış arayışlarını tercih etmiyor olamazsınız.
“Savaş olmadan barış gelmez” diyorsanız ve savaşın masada değil de savaş alanında bitebileceğine inanıyorsanız;
“Savaşlar, ancak yeterince silah tüketilip, üreticiler ‘ikna olacakları kadar kâr ettiğinde’ masada biter” derim ben.
Ortaçağ savaşlarında olduğu gibi savaş alanında kimin kimi daha çok öldürdüğü ile değil.
İş masaya gelene kadar ise milyonlarca insan ziyan olur.
****
Daha dün kendi halinde yaşayan Suriye’ye bakıyorum bir, bir de ülkeme.
Suriye’den kaçmak için her türlü tehlikeye atılan insanlara.
Sefil şartlarda hayatta kalmaya çalışan masum çocuklara.
Çoğu okumuş, meslek sahibi olmuş gençlere.
Geçen sene kalabalıkların yaşadığı capcanlı bir hayat olan, şimdiyse ölümün kol gezdiği caddelerine.

Ya benim caddelerim?
Ya benim sevdiklerim?
Çocuklarım, ailem, akrabam, dostlarım, arkadaşlarım, aynı ülkeyi paylaştığım ülkedaşlarım?
Bize mi geldi şimdi de sıra?
Şimdi de biz mi edileceğiz vatanımızdan?
Şimdi de biz mi göreceğiz en akıl almaz işkenceleri?

Ki biz; Osmanlı’nın dağınık topraklarından koparak Anadolu’ya sığınmışların kurduğu hayatı sürdüren bir nesil.
Ki biz; savaş öyküleriyle büyümüş, savaşmaktan değil ama savaştan korkan bir nesil.
Ki biz; dedeleri vatan savunmasında yararlılık göstermiş, pek çoğu can vermiş bir nesil.

Gidişat demiştik az önce; şimdi bizi o hale getirir oldular ki, neredeyse savaşa balıklama dalacağız.
Hani meşhur ‘kendi rızası ile’ lâfı var ya, işte aynen öyle.
“Kendi rızamız ile” ölümüne savaşacağız sonunda.
Ve birilerinin ekmeğine yağ sürüp, onların kasalarını dolduracağız.
İşte o yüzden;
Gazamız Mübarek Ola diyemeyeceğim.
Bileceğim ki çevrilen bu filmde her yana saçılan salça değil, kan olacak.
O yüzden de ilgili kişilere en acilinden akıl ve sağduyu dileyeceğim…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.