Saatleri ayarlama bakanı

Enerji Bakanı Yıldız : “Gün saat altıda ağarıyorsa, biz de yedide işbaşı yapalım. Mesai saatlerinin bitişi de gün ışığına paralel olsun. Kültürümüzde bu var. Esnaf da dükkânını saat altıda açar.” demiş. Kentli bir adam, yürüyerek bir kasabaya yaklaşırken yol kenarındaki çiftlikte inekleri sağan bir kadın görmüş. Biraz dalga geçeyim diye düşünerek “saat kaç” diye sormuş.
Kadın, ineğin memesini parmakları ile sola itip, “onikibuçuk” demiş. Adam saatine bakmış, doğru. Şaşırmış.
Biraz dolaşıp, 15-20 dakika sonra tekrar gelmiş : “Saat kaç oldu?”
Kadın yine ineğin memesini sola itip, “onikikırkyedi” demiş. Adam saatine bakmış. Yine doğru. “Yahu” demiş “İneğin memesine dokunup, nasıl anlıyorsun, saati?”
Kadın istifini bozmamış. “Memeyi sola çekince, kasaba meydanındaki saat kulesi görünüyor”.
1970’li yıllarda çocukluğumu geçirdiğim İstanbul’da kulaklarımızda bir seda olarak kalmış. Büyüklerimiz Ramazan ayında; “sabah siyah ipliğin beyaz iplikten ayırt edilmesinden; akşam siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilemez hale gelinceye kadar hiçbir şey yenilmez içilmez” derlerdi.
1970 yılında kapitalizmle ilk tanışan Türkiye kenti İstanbul’da hala bu söz ediliyor idiyse; ‘kültürümüzün saat kavramını özümseyebilmesi, ancak 2000’li yıllarda mümkün olabilmiş’ gibi görünüyor.
Bakanımıza göre “Kültürümüzde var” olan saat; Osmanlı’ya ilk Sultan II. Abdülhamit zamanında girmiş. O dönem Anadolu’daki kent ve kasaba meydanlarına saat kuleleri yapılmış.
Bursa da bundan nasibini, 1905 yılında almış. Tophane’deki saat kulesi de, o dönemin bir eseri.
Erdek, Ocaklar Beldesi’ndeki dostlarımızın zeytinliklerinde, zeytin toplamaya gideriz; Kasım-Aralık aylarında.
On-onbeş gün durmamacasına çalışılır.
Sabah gün doğmadan kalkılır.
Akşam hava kararıncaya kadar, zeytin toplanır. Gece yarısından birkaç saat sonraya kadar, toplanan zeytinler ayıklanır, boy boy tasniflenir ve ertesi gün hafta sonu olduğuna bakılmaksızın aynı mesai tekrar başlar.
Zeytin toplama dönemi biter; insanlar haftalar boyu dinlenir. Bir kaç ay sonra budama dönemi gelir. Budama biter, ilaçlama yapılır.
Başka bir deyişle, tarımda, saate bakılarak “üç saat çalışacağız” denilmez.
Eldeki iş bitene kadar, saate bakılmaksızın çalışılır.
Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere zanaatkarlar da böyle çalışır. Aldıkları bir siparişi tamamlayıncaya kadar çalışırlar.
Cumhuriyet’in kuruluşunda genel nüfusa oranı % 75 olan köylüler ile kalanının büyük çoğunluğu da zanaatkâr olan bir toplumda, saat kimsenin umurunda olmaz.
Umur, ancak, namaz, oruç vakitlerine ilişkindir. O da iplikle, güneşin gün içinde ulaştığı seviyelere göre ayarlanır.
Saat, Türk kültürünün değil: kapitalist kültürün bir ürünüdür. Kapitalist çalışma disiplininin; bir sonucudur.
Çünkü, fabrikalar, bitmesi gereken bir işi bitirmek için değil; bitmek bilmeyen bir üretim faaliyetinde bulunmak için çalışırlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar,“Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde tam da bu konuyu, saatin yakın kültürümüzde dahi olmadığı konusunu işler.
            Çünkü, Benjamin Franklin’den (1748) bu yana “time is money”* dir (* vakit nakittir)
Ama vakit, çalışanlar için değil; sermaye için nakittir.
Çalışanlar için vakit, ‘gece dinlenemeden daha erken kalkmak ya da akşam eğlence zamanına kıyıp, erken yatmak; sabahın buz gibi ayazında otobüs beklemek’, demektir.
Sıkıştırılmış zaman içinde en yüksek verimi sağlayacak etkinlikte çalışmaya zorlanmak demektir.
Sayın Bakan, lütfen saatleri kültürümüze ve kültürümüzü de kapitalizme karıştırmayın.
Kapitalizmi bize, İslam’ın ve Türk Kültürünün en doğal uygulamalarından biriymiş gibi kakalamaya çalışmayın.Hayvan terli.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.