Ördekten geldik nereye?

II.Abdülhamit devri. Jurnal almış yürümüş. Sadece halkın üzerine değil, dağa taşa korku sinmiş. Kimse sesini çıkaramıyor. Bulut demek dahi, Fizan Çölü’ne veya Taif’e sürülmeye yeterde artar.
Rumeli’den İstanbul’a ilk defa gelmiş garip bir vatandaş, yanındakine “bugün hava bulutlu, hep böyle mi olur İstanbul’un havası” diyor.
Yanlarından geçen bir jurnalci bunu duyar ve en yakın zaptiye karakoluna gider ve jurnalini iletir. Adam yaka paça haydi içeri. Zaptiye çavuşu sert bir tavırla adama sorar.
-Sen neden hava bulutlu dedin? Adamın bir şeyden haberi yok, şaşkın şaşkın bakınır.
-Bre adam sen bilmez misin ki; hava bulutlu olunca yağmur yağar. Yağmur yağınca her taraf göl olur. Gölde ördek yüzer, ördeğin gagası uzun olur. Padişah efendimizin burnu uzundur. Sen padişah efendimize kinaye yapıyorsun, burnunun uzun olduğunu ima ediyorsun. Haydi sürgüne.
Tabiî ki, bu bir hikaye. Ama buna benzer bir olayda bizim başımızdan geçti. Tarih 15 Şubat 1981. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin büyük amfisinde, müfettiş yardımcılığı eleme sınavı yapılıyor. Bizi de gözcü olarak görevlendirmişler. Sınava girecek adaylara yol bulmada kolaylık olsun diye, belli noktalara, “Şekerbank sınav salonuna gider” pankartları yazdırdık, yazısı güzel olan bir memurumuza.
Neyse adaylar geldi, sınav başladı. İki saat kadar sonra, amfiye beş-altı polis memuru girdi. Başlarındaki komiser bana yaklaşarak “bu pankartları kim yazdı” diye sordu. Bende niçin soruyorsunuz dedim. Çok beğendiklerini ve kendilerinin de pankart yazacaklarını söyledi.
Pankartları yazan, bir şubemizde çalışan memurumuz idi. Adını, soyadını ve adresini verdik. Memurumuzu hemen bulmuşlar ve emniyete götürmüşler. İki gün boyunca sorgulamışlar.
Memurun suçu, Şekerbank’ın “Ş”ni orak çekice benzetmesi. Komünizm propagandasına yönelikmiş. Henüz 12 eylül’ün üzerinden beş ay geçmiş. En ufak bir ihbar, kişinin sorgusuz sualsiz üç aya kadar içerde kalmasına neden oluyor. Bizim memurumuz yine ucuz atlatmış. Tabi bu arada birazcık fiziki sorgulamadan da geçmiş.
Düşünüyorum da, ülkemiz insanları yüzyılı aşkındır bu tür uygulamalara maruz kalmaktan kendini kurtaramamıştır. Hadi geçmiştekiler istibdat dönemi, ihtilal döneminde olmuş. Şimdi ise sözüm ona demokrasi döneminde yaşıyoruz ya.
Henüz iddianamesi ortaya konulmamış bir olay ile ilgili olarak, 83 yaşındaki bir gazeteci, insanı yaşatma konusunda Hipokrat yemini etmiş ve sayısız insanı sağlığına kavuşturmuş bir tıp profesörüne terörist muamelesi yapılarak gece saat 04.30’da evlerine baskın yapılarak gözaltına alınmıştır.
Alınış şekilleri çağdaş hukuk kurallarına hiç yakışmamıştır. Soruşturmayı yürüten savcı, gözaltına alınma şekilleri ile ilgili bir talimatın olmadığını ifade etmektedir. Pekiyi bu şekle kimler karar verdi ve uygulattı?
Toplumun huzurunu bozan ve devlete musallat olan veya olmak isteyen çetelerin bertaraf edilmesine hiç kimsenin aleyhte söyleyeceği bir söz olamaz. Olsa olsa, bertaraf edenlere teşekkürden başka.
Fakat yeri yurdu belli olan, kariyer sahibi kişilerinde çete muamelesine ve daha da ileri terörist muamelesine maruz bırakılması toplumda infial uyandırır. Bu tür davranışların, kimseye yarar sağlamayacağının bilinmesi için üstün zekaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Ve nitekim Bay İlhan Selçuk ve Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu; mahkemece serbest bırakılmıştır. Şimdi Bay Selçuk ve Alemdaroğlu’nun mağduriyetini kim telafi edecek?
Fertlerin hukukuna saygı gösterilmeyen ülkelerde, toplumsal barışın sağlanamadığı bir gerçektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.