O güzel dizelerin sahipleri…

Edebiyatçılar hele ki şairler bu toprakların ruhu zengin insanları oldular hep.

Yazmaktan hiç vazgeçmediler.

Duygularını öylesine dile getirdiler ki o şiirleri okuyanlar o coşkun diziler arasında kaybolup gittiler.

İnsanların ruhunu zenginleştiren bu insanlar bugün de geçimlerini kazanabilmek için başka işler yapmak zorunda kalıyorlar.

İstisnası olabilir ama bildik şairlerin önemli bir bölümü geçimini şiirden değil, başka işlerden sağladılar.

Uzun kısıtlama günlerinde eli şiir kitaplarına gidenlerin önünde artık birçok seçenek var.

En iyisi o ilham verici dizilerin sahiplerinin kitaplarını almak ama buna imkânı olmayanlar güne şiirle başlamak veya günü bir şiirle bitirmek istediklerinde bunu kolaylıkla yapabilecek alternatiflere sahipler.

Eminim ki herkesin favorisi olan bir şair vardır.

Bazen, diğer şairlere kapı aralayanlar bu toprakların zenginliklerine de şahit olurlar.

Elbette…

Nazım Hikmet…

Elbette…

Orhan Veli…

Elbette…

Ahmet Arif…

Elbette…

Atilla İlhan…

Elbette Ümit Yaşar Oğuzcan…

Elbette Ahmet Telli…

Elbette Hasan Hüseyin…

Elbette Gülten Akın…

Elbette Nevzat Çelik…

Elbette Kaldırımlar şiiriyle Necip Fazıl Kısakürek…

Ve daha niceleriyle coşan kelimeler ırmaklar gibi dökülmeye devam ediyor.

Hangisi daha iyi demeye gerek yok.

Okuyan herkes için en iyi olan var.

Ama hepsi iyi sonuçta…

Hepsinin okunduğunda “Evet, bu” dedirten mısraları var.

Ortaokul yıllarında Türkçe dersimize giren Ayten Ülgül öğretmenimiz, “Yaslanın geriye, dinleyin” dedikten sonra teybin tuşuna bastığında sanırım birçoğumuz için farklı bir dünyanın kapıları aralanıyordu.

Ses, Müşfik Kenter’indi.

Elbette o zamanlar Türk tiyatrosunun bu önemli ismini de bilmiyorduk.

O gün hem Müşfik Kenter’i hem de buğulu sesiyle hayat verdiği dizelerin sahibi Orhan Veli’yi tanımaya başladık.

“İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” şiiriyle başlayıp giden bir kasetin en sonundaki şu dizeler aklıma katılmıştı.

Uyuşamayız yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı
kapta;
Benimki aslanağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak tanrının günü…

Ciğercinin kedisi ise şöyle karşılık verir:

Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komünistsin.
Demek bütün binaları yakan sensin.
İstanbul’dakileri sen,
Ankara’dakileri sen…
Sen ne domuzsun sen!”

Okudukça insan her şaire kapılarını aralamak ister.

Ama illaki bir favorisi vardır.

Tek şiir kitabıyla ömrünü Cumhuriyet gazetesinin tashih servisinde geçirmiş, dokunaklı şiirleriyle birçok müzisyenin ilgisini çekmiş Ahmet Arif, kendi sesinden de seslendirdiği şiirleriyle yüreğimize çengellenmiş duruyor hâlâ…

Hele ki…

Adiloş Bebe…

Hele ki…

Anadolu…

“…

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultan’ı ve Bedrettin’i.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.