Ne yazsam da komik olmuyor ki!

“Nasıl doğmakla başlarsa ölüm
Ölmekle başlar öyle hayat
Bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
Birikmiş şuurlarla gelir”
Yazın dünyası bir yana yaşamda kaleme sarılmanız gereken durumlar olur bazı. Ebedi ya da sanatsal değil, içten ve yalın satırlara ihtiyaç duyarsınız. “Olmaz böyle bir şey” demeyin. Çoğumuz kapanan okul sezonlarında uzatılan üniformalara adımızı yazıp imzalamışızdır. Kısaca bir “seni seviyorum” ya da “en iyi arkadaşıma” ve “sevgilerimle…” ekleyerek bir imza… Bir daha görüşme olanağı olmayabilecek dostlara hatıralar bırakmışızdır. Biz de böyle hatıralar almışızdır. Andaç yazıları ise bambaşka bir hikâye… Lise andaçlarına bir şeyler karalamak için çok uğraşanlar gördüm. İstekleri üzerine kendi adıma arkadaşlara yazdıklarımın yanı sıra birçok arkadaşımın kendi arkadaşlarına yazdıkları andaç notlarına da ısrarlar üstüne kalem deydirmişimdir. Ben Karacabey Anadolu Lisesi (KAL) 2004 mevzunuyum. Başka isimlerle de olsa 2004 yılı andacında çok notum bulunur. Pişman ya da üzgün değilim. Kimler adına yaptığımı da söyleyecek değilim. Zaten yazılar belli başlı konulara göre sınıflanır. Andaçlar salt dostluk sözcüklerinin hazine sandığıdır.
Liselerde hiç bitmemek üzere kurulan derin dostluklar ya hayatın diğer alanlarında yeşerir ya da zamanın rotasında gözlerden kaybolur. Mezun olunca iletişim tamamen kopabiliyor. Bazı arkadaşların izleri siliniyor. Bu yüzden mezun buluşmaları, pilav günleri gibi etkinlikler gençlik hayatımızın değerleri adına önemlidir. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda KAL’da mezun buluşması vardı. Tüm çabalarıma karşın kişisel uğraşılarım yüzünden buluşmaya katılamadım. Nasıl üzüldüğümü tahmin edemezsiniz. Belki diğer buluşmalara katılabilirim.
Denir ya ”sen gelmezsen bir eksiğiz’ farklı nedenlerden başka ‘eksik’lerinde olduğu kesin. Yine de ben şanslıyım. Yakın dostlarımla ilişkilerim hâlâ artarak sürüyor. Yerim, adresim belli, bana ulaşmak kolay.
Anılarda iz kalınca unutmak söz konusu olmuyor. Unutamadığım çok insan var, çokça da derin anı; lisedeyken bir gün bir arkadaşımızın annesi evinde karbon monoksit zehirlenmesi sonucu vefat etmişti. Tüm lise oradaydık. Arkadaşımızın adı İsmail’di. Evine vardığımda beni belki de tek boş bırakılmış olan mutfağa çekti. O gün içini döküşünü hiç unutamam. O gün sıcağı sıcağına üzüntüsünü benimle paylaşması hayata dair her şey üzerine derince düşüncelere sürüklenişimde çokça etkilidir. Her gün arkadaşlarla üzüntüleri paylaşırız, ancak ‘ÖLÜM’ her zaman kendi yerini ayrı tutar. Kimimizi darıltır yaşama, kimimizi daha da olgunlaştırır. İsmail gelişti, salmadı kendini. Dünyayı daha farklı ve özenle inceledi. Dünya turuna çıkma merakı sardı onu. 2004 KAL andacında bana ‘çok isterim seninle bir dünya turuna çıkmayı’ diye yazmıştı dostum. Hatta Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde okuduğu sırada ‘workandtravel’ ( çalışma ve gezi) denen bir uygulamayla 2 kez Amerika’ya gitti. ‘sen de gel’ demişti, katılamamıştım. Telefonda görüşürdük. Karacabey’e geldiğimizde buluşur sabahlara kadar dertleşir, konuşurduk. Her gördüğümde ilgi alanlarını genişletmiş olurdu. Sürekli bir aydınlanma çabası içindeydi. Işığı bana yansırdı. Fikret KIZILOK’u, Bülent ORTAÇGİL’i, Ezgi’nin Günlüğü’nü bana o sevdirdi. Vedat TÜRKALİ gibi bir aydını ben ondan tanıdım. Yusuf ATILGAN’ı, Charles BUKOWSKİ’yi ve birçok sanatçıyı ondan öğrendim.
O’nunsa özel ilgisi karikatürdü. Bu alanda ürettikleri LEMAN gibi çok okunan karikatür dergilerinde yer buldu. Hatta benim üniversite okuduğum Bilecik’te de yayınlanan bir bölgesel gazetenin hafta sonu eki için sürekli üretirdi. Aydınlanma çabası, durmak bilmeyen gelişimi ülkemizin durumunu farklıca değiştiren iktidara muhalif etmişti onu. Bir şeyler yapmak zorunda hissediyordu kendini ülkesi ve güven dolu güzel günler için. İçi ülke, dünya ve insan sevgisiyle dolup taşardı. Tehlikeli gördüğü her hareketin karşısındaydı. Bana bir dergi çıkartmayı teklif etti. Maddi olanaksızlıklar ikimiz içinde engeldi. Duramazdık, bu dergi gidişe dur diyecek bir ses olarak çıkmalıydı. Düşümüzdekine benzer yayınları araştırdık; hep kapatılma, toplatılma, çalışanları cezaevlerine atma olayları vardı. Onların dönemindeki iktidar ve günümüzdeki neredeyse aynıydı. Hep şu belirli ‘demokrasi yıldızları’. İsmail ‘yasadışı olsun’ dedi. Ülke toprakları özelleştirilirken yasadışı da olsa yayınlar çıkartan eylemler yapan önderimiz Mustafa Kemal’den etkilenmiştik belli ki. Yasadışı olaylar karşıydım. Küçük bir tartışma sonrası ‘biraz daha ekonomik gönence ulaşana kadar erteleyelim ve bu arada biraz daha gelişelim’ dedim. Kabul etti. Bu olay liseden hemen sonra olmuştu.
O’da ben de birçok sivil toplum kuruluşunda aktif roller aldık. İsmail GÜRGEN çokça insan sevgisiyle doludur ardında kırık bir kalp bırakmadığına inanıyorum. İnsan sevgisi yüzünden organlarını bağışlamış ve ehliyetine işletmişti. Yaşama gülerek bakar ve hep ilginç ve komik bir yön yakalardı. E-posta adresi de bunu anlatıyor sanki ‘neyazsamdakomikolmuyoki@—.com’ . O’nun gelecekte aydın bir insan olarak kitaplarda, dergilerde, gazetelerde yer alması kaçınılmazdı. Kim bilir? Belki de uyduruk bir davada sanık bile olurdu!
Karacabey’e Ağustos sonunda geri döndüm. İsmail de 30 Ağustos KAL buluşmasına gelemedi, biliyorum. Oysa bu yaz yurtdışına da gitmedi. Yaşamını devam ettirebilmek için parasını kendi kazanıyor. 22 yaşında bir öğrenci kendine iş bulmuş, Karacabey Boğazı’nda soslu mısır satmaya başlamıştı. 28 Temmuz’da beyin kanaması geçirdi ve yaşama gözlerini yumdu. Bağışladığı organlarıyla 3 kişiye yaşam kattı. Gazetelere organ bağışıyla konu oldu. Bu sondu. İsmail GÜRGEN’ i Karacabey, Türkiye, Dünya, insanlık kaybetti. Geleceği güzelliklerle doluydu, çok yararlı, çok iyi düşünceleri vardı. En önemlisi, kararlı, üretken ve uygulamacıydı. O’nun ardından ‘ne yazsam komik olmuyor ki’! O’nun gibi kaç genç yetişiyor? Karacabey’de, kaç tane duyarlı, tavırlı, cesur, sevgi dolu, dürüst, O’nun gibi çok yönlü kaç genç yetişiyor? Her ölüm erkendir ve kalanlara kalır ardılı… O’nun gibi gençleri gel de arama…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.