Modernizmin son çırpınışları

4 Kasım 2011 tarihli “Siyasi İmbik” başlıklı yazımızda, siyasi tarihin iktidarın tek kişinin mutlak (monarşi) iktidarından, tek kişinin iktidarını seçkinlerle paylaştığı meşruti monarşiye, buradan kısmi oy hakkı ile eksik ve genel oy prensibinin kabulü ile tam temsili demokrasiye ve günümüzde kent konseyi gibi oluşumlarla katılımcı (temsili) demokrasiye çevrildiğini söylemiştik.

Sonra da ekledik.

“Katılımcı (temsili) demokrasi de, yakın bir gelecekte meşruiyet arayışına girmek zorunda kalacak.”

Bu geçişler sürecinde, temsili demokrasiye geçiş aşaması önemli.

Bu aşama, iktidarda olmak için soylu bir kana sahip, başka bir deyişle asilzade olmanın temel şart olduğu bir dönemde, soylu bir kana sahip olmayanların soyluları iktidardan alaşağı ettikleri bir aşama olduğundan önemli.

Bu asilzade olmayan yeni iktidar sahipleri, güçlerini Rönesans ve Reform'dan aldılar.

Sürekli gelişmekte olan sanayiden, bilimden ve teknolojiden aldılar.

Yüzyıllar boyu, Kilise ve derebeylerinin baskısı altında çıkışı olmayan köylüye, (liberal) özgürlükleri anlattılar; onları kurtaracak kapılar açtılar.

Tüm bunlar, yani sanayi, bilim, teknoloji; Kilise'nin zihinlerdeki egemenliğinin sona erişi ve liberal özgürlüklerin ortaya çıkışı; Modernizm ya da daha Türkçe adıyla aydınlanmanın eseri olarak anıldı.

Bu geniş halk kesimlerinin doğrudan yaşamına değen değişimler, halkın desteğini de alarak böyle anılmayı hak etti.

Ama, sonuçta halk iktidarda olmadı, hiç…

Ulaşılabilen insani gelişmişlik düzeyi, 'temsili demokrasi' oldu.

Bu süreçte sıradan insana benzer şekilde soylu bir kandan gelmeyen ama “Oyunu at, sonra bir dahaki seçime kadar unut. Biz seni temsil ederiz.” diyenlerin yönetim dönemi başladı.

Bu halk desteğini, 'toplumu aydınlatıyoruz; modernleştiriyoruz' şiarıyla alma yöntemi; başlangıçta burjuva – liberallere ait bir yöntemse de; 19. ve 20. yüzyıllarda solun da öykündüğü bir yöntem oldu.

Halk demokrasisi, nam-ı diğer proletarya diktatörlüğü diye kavramlaştırılarak temsili demokrasiden farklı kılınmaya çalışılan yönetimler; özünde temsilcilerden oluşan yöneticileri ile temsili demokrasiden farklı değildi. 

Sağ olsun; sol olsun, modernist yaklaşımların temeli; halkı 'aydınlatılması gereken bilinçsiz kitleler' olarak görmekti.

Çünkü, soylu bir kandan kaynaklanmayan bir üstünlük, ancak 'öğretecek, yön gösterecek kadar biliyor' olmaktan kaynaklanabilirdi.

Çocukluğumdan beri, 40 senedir Türkiye'de sağcısından solcusundan en çok duyduğum ve neyse ki son birkaç yıldır duymamaya başladığım şey:

 “Türkiye halkı, demokrasiye henüz hazır değil.”

Modernizmin ölüm döşeğindeki son çırpınışlarını yaşadığı günümüzde, halk kitleleri artık aydınlatılmanın, ortaçağda olduğu gibi, kendilerine yeni bir yaşam ufku sunmadığını hissediyorlar.

Bugün liberalizmin de, sosyalizmin de ve bunların türevleri olan tüm modernist düşünüşlerin içine düştükleri çaresizliğin temel nedeni, bu genel toplumsal his.

Dünya'nın geleceğini oluşturacak olan sağ ya da sol düşünüşlerin, kendilerini modernist / aydınlanmacı çukurdan bir an önce çekip, çıkarmaları şart.

Bundan sonraki dönem, bir yolunu bulup, halktan meşruiyet alma dönemi değil…

Bundan sonraki dönem,

-ki ben buna doğrudan demokrasi dönemi demek istiyorum-

halkı dışarıda bırakarak tasarlanamaz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.