Kurnazlıkta sınır tanımayız

Şu dünyada bizim kadar pratik zekâlı millet var mıdır acaba?
Her şeyi kitabına uydurmakta, her işin içinden sıyrılmakta, her haksız durumda zeytinyağ gibi üste çıkmakta üstümüze yok maşallah.
En ufak bir tartışmada en çok bağıran ve en çok saldıran taraf da genelde o en haksız olan taraftır zaten.
Bütün mesele de herkesin bu akılda olmasından dolayı çıkan tartışmalarda.
İnatçı keçiler misali birbirimizle cebelleşip duruyoruz. Taraflardan biri makûl ve mantıklıysa neyse de (ki onlar da “ezik” denilerek insan yerine konmuyorlar), iki taraf da coşkuluysa vay çevredekilerin haline.
Bir kaza kurşununa gitmeleri an meselesi…
****
Biz, bizlere iyi niyetlerle sunulan imkanları hakkımız olmasa dahi kullanmayı çok severiz mesela.
Kurnazızdır.
Kül yutmayız.
Lâkin yutturmayı pek severiz…
Sosyal Güvenlik Kurumu kendisine kül yutturmaya çalışanların peşine düşecekmiş artık. Mesele de, babalarının maaşlarından faydalanabilmek için eşlerinden boşanan kadınların, eşleriyle aynı evde yaşayıp, evliliklerine devam etmeleri.
Evliliklerine devam edip etmemeleri tabii ki kimsenin umurunda değil. Umurunda olunan durum onların -mış gibi yapmaları ve devleti zarara uğratmaları.
Bu arada; Sosyal Hizmetler Kurumu’nun bakıma muhtaç durumdaki hastaların bakımını üstlenen kişilere yaptığı aylık para yardımını alabilmek için türlü çeşit numaralar çeviren kişiler türemiş.
Ve maalesef onların sebebine gerçek hak sahipleri kendilerine tanınan haklarına ulaşabilmek için pek çok bürokratik engeli aşmak zorunda kalıyorlar.
Ölen annesinin maaşını alabilmek için her ay annesinin kılığına giren ve bankaya giderek maaş çeken kişiyi hatırlarsınız. Sahtekârlığı ortaya çıktığında yayınlanan fotoğraflarında gördük ki yaptığı makyajı, kostüm seçimi ve başarılı oyunculuğu ile Altın Portakal’a aday olabilirmiş…
Para mevzu bahis olduğunda her yol mubah oluyor galiba.
Ya da aç insanın onuru olmuyor…
****
Kurnazlıkları pek severiz demiştim ya, yollarda hız ölçümü yapan MOBESEler’i atlatmak için neler yapılabilir diye de kafa patlatıyoruz. Bir rivayete göre eğer ki şeridi ortalayarak gidersek MOBESE kameraları hızımızı ölçemezmiş.
MOBESE’ye yakalanmamak için değil de, MOBESEler şeridi ortalayanların hızını algılayabiliyor mu acaba diye aklımdan geçmişti doğrusu. Benim gibi düşünenler varmış ve hâttâ onlar benden birkaç adım öteye geçmişler…
Hız ölçen takometrelerin mekanizmalarını bozarak kendilerine göre ayarlayanları da duymuştuk.
Bu arada; Escort Live isimli bir mobil uygulama, trafikte radara yakalanmaktan korkan ve trafik polisince ceza yemek istemeyen sürücülere yönelik geliştirilmiş. Uygulama radara yaklaşıldığında sesli uyarı veriyor ve sürücüler de bu bağlamda hızlarını düşürmeye başlıyorlarmış.
İhtiyacı olan varsa hediyesi aylık 4.99, yıllık ise 49.99 dolar imiş…
****
Hele bir de alkollü araç kullananların polis kontrollerindeki halleri vardır ki, o haller pek çok skece konu olmuştur. En çok akılda kalanlar da sarhoş sürücü tiplemeleriyle Levent Kırca ve Yasaklar oyunundaki alkol ölçüm aletini üfleme-üflememe sahnesiyle Metin Akpınar.
Aklı evvel kızlarımız bu alkol kontrollerini atlatmanın kolay bir yolunu bulmuşlar. Hürriyet gazetesinden Aynur Tartan, alkollü araç kullanan kadınların trafikte alkol muayenesinden nasıl kurtulduklarını anlatmış haberinde.
Nasıl mı kurtuluyorlarmış, hemen diyeyim.
BAŞÖRTÜSÜ marifeti ile….
Araçlarında bulundurdukları eşarpları başlarına doladıkları zaman alkol muayenesine alınmalarına hacet kalmıyormuş. Tabi sarhoşluktan eşarbı doğru düzgün bağlayamamış, üstünü başını toplayamamış ve nefesi de 500 metre öteden duyulacak kadar keskin kokuyorsa, geçmiş olsun. Yüklüce bir ceza ve üstüne bir de bonus olarak ceza puanı kendilerini bekliyor.
Baş örtüsünün pek çok “kaçamağı” da kamufle ettiği rivayet edilir.
Başı örtülü kadınların güvenlik sebebiyle yapılması gereken üst aramalarından muaf tutulduklarını da duymuştum.
Ki başı örtülü veya değil, normal akıldaki hiç kimse vücuduna kendi arzusu dışında dokunulmasından hoşlanmaz.
Güvenlik için yapılan aramaları ellenme olarak gören ve bu aramaları tesettür kıyafetleri sayesinde ellenmeden atlatan kişilerin o örtülerin altında nasıl kişiler olduklarını hiç kimse bilemez.
Polis tarafından aranan kişiler midirler, terör saldırısı için oraya gelmiş kişiler midirler, hâttâ ve hâttâ gerçekten kadın kişiler midirler?
O kıyafetlerin altındaki kişilerin cinsiyetlerini dahi bilmemiz mümkün değil.
Zaten haddinden fazla örtülen ve haddinden fazla saklanan her ne olursa olsun insanın aklına bu gizliliğin neden kaynaklandığı sorusunu getiriyor.
Kat kat kilitlerle, korumalarla, alarmlarla donatılmış, yüksek duvarlar ardına saklanmış bir ev insana “içeride neler oluyor?” dedirtiyor.
Aynı şey camlarını film kaplayarak karartan araçlar için de geçerli. O arabanın içinde görülmesi istenmeyen nedir?
****
Konuyu toparlar isek;
Hem alkollü hem de trafik kurallarını ihlâl ederek araç kullanan kişilerin ceza almamak adına yaptıkları sahtekârlıklar hepimizin canına kast ediyor.
Bunun dışında, eve bir maaş daha girsin diyerek boşananların sahtekârlıklarının arka yüzü sosyologlar ve özellikle de ekonomistler tarafından iyice bir irdelenmeli.
Bu sahtekârlık, evlenirken “Ben karımı çalıştırmam” diyen adamların, yıllar geçtikçe tek kazançla hayatın yükünü taşıyamaz hale gelişleri ile kendiliğinden gelişen bir durum olsa gerek.
Eskinin gelirlerinin yeniye yetmediği, aile nüfusunun kalabalıklaşması ile taleplerin arttığı, tüketim çılgınlığının yüksek tahriği ile etrafta alınmak için sırasını bekleyen envai çeşit ürünün olması ve bu sayede gittikçe düşen alım gücü insanları yeni ekonomik kaynaklar aramaya zorlayınca, en kolay çözüm de bu olmuş.
Birisi bunu akıl etmiş ve arkası da çorap söküğü gibi gelmiş.
İş çığrından çıkınca ve devletin kasasından paralar çıktıkça şimdilerde sorgulama ve araştırmalar devreye giriyor.
Malum, genelde devletimiz bizden bazen aleni, bazen de çaktırmadan para almayı sever. Algı der, vergi der keser de keser.
Birileri de aynı mantıkla devletin malı deniz der, yemeyen keriz der, yer de yer.
Arada da olan yine her zamanki gibi işinde gücünde olan insanlara olur.
Ben’ce, bizim hayat şartlarımız ne kadar iyi olursa olsun biz yine minik minik de olsa kurnazlıklar yapmaya devam edeceğizdir. Almak istediğimiz bir ürünü 50 kuruş aşağıya alıp, satmak istediğimiz bir ürünü 50 kuruş pahalıya satmayı kendimize kâr sayacağızdır.
Bu kurnazlıklar bize Şark’tan mı geldi Garp’tan mı geldi bilmem ama büyük çoğunluğumuzun bunu benimsediği gün gibi ortada.
Artık o çoğunluğun toplumun yüzde kaçına tekabül ettiğini de varın siz hesap edin…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.