Kul hakkı!..

Değerli Okurlar,

Bugün sizlere “DİN” konusunda yazmaya karar verdim. Din adamı değilim, bu nedenle sizleri yönlendirici, ya da etkileyici bir yazı olmasını beklemek haddime değil. Sürçü lisan edersem de konunun uzmanlarından peşinen af diliyorum.

Ancak, “Elhamdülillah” Müslüman'ım ve bir Müslüman'ın bilmesi gereken kadar temel dini bilgilere sahip olduğuma ve uygulamaya çalıştığıma inancım sonsuz.

Bugün “DİN” denilince insanların aklına dinimiz İslam'da dahil olmak üzere cami, mabed, din adamı, tapınak, papaz, haham, hoca, şeyh, sarık, cübbe, kandil, ayin, türbe, mucize, keramet v. s… geliyor. ”İBADET” denilince de yine İslam dini de dahil hepsi birbirine karıştırılarak namaz, oruç, abdest, türban, cami/kilise/havraya gitmek, günah çıkartmak v. s.. . gibi kavramlar geliyor.

Neden “DİN” denilince akla hak, hukuk, adalet, yoksulluk, yolsuzluk, açlık, işsizlik, işkence, trafik, sanat,  edebiyat, müzik, tarih, tabiat, uygarlık… gibi kavramlar gelmiyor?

Neden “İBADET” denilince akla saygı, sevgi, ahlak, sorumluluk, hakka/hukuka/kurallara uymak, yolsuzluk ve hırsızlık yapmamak, yalan söylememek, temiz ve dürüst olmak, vatanını sevmek, ailesini korumak v. b… gibi kavram ve değerler gelmiyor?

“Güldürme insanı, dinin bunlarla ne ilgisi var” demeyin. Belki “Tapınak” dinlerinde olmayabilir ama “Gerçek Hayat Dini”nin ve “ibadet”in bunların hepsiyle ve fazlasıyla bire bir ilişkisi var.

Allah ile insanın aktüel ve dinamik ilişkisinde ortaya çıkardığı, meydana getirdiği, yaptığı ve yapmadığı, ürettiği, yarattığı, icat ettiği bütün iş, oluş ve eylemler bu kapsama giriyor. Bunlar zaten hepsi dinin emrettiği, ya da yasakladığı şeyler. Yapma şekliniz ve nasıl yaptığınız çok da önemli değil. Yeter ki içtenlikle, inanarak ve samimi duygularla yapın.

Çoğunuzun daha önce duyduğu ve bildiğini sandığım bir olayı anlatacağım. Keramet sahibi Şeyhin biri dağda bir çobana rastlamış. Selamlaştıktan sonra namaz için izin istemiş. Namazı bitirince çoban sormuş: “Ne yaptın sen?”, ”Namaz kıldım”, “Sen namazı böyle mi kılıyorsun? Bak ben nasıl kılıyorum!. . ” Çoban atmış kendini yere ve taklalar atarak namazını bitirmiş. Bunun üzerine Şeyh “öyle kılınmaz, böyle kılınır” diyerek kıyam, rüku, secde ve rekat sayısını, okunacak ayetlerle duaları belletmiş çobana. Çoban minnettar, helalleşmiş ve Şeyh yola koyulmuş. Epey gittikten sonra bir göle varmış, yürüyerek gölü geçmeye çalışırken çobanın sesini duymuş “hoca efendi, hoca efendi rüku mu önceydi, secde mi? Namazda Elham'dan sonra amin diyecek miydim?” diye koşarak gölün üzerinden geliyormuş. Şeyh bakmış çobanın gölün üzerinden koşarak gelmesine, “Sen demiş boş ver, bildiğin gibi kılmaya devam et!… ”

Bu ve benzer onlarca öykü dinlemişsinizdir. İbadette önce Allah'a duyulan aşk, inanç, iman ve içtenlik gelir. Bunun derecesini de sadece Allah bilir. Çünkü İbadet, Allah'la kul arasındaki özel bir ilişkidir. Ulu orta, hele hele medyatik olmamalıdır. Dinin işlevini Prof. Dr. İlber Ortaylı bir cümleyle şöyle özetlemiş;”Halkın edebe kavuşması için dinin disipline ihtiyacı var. Herkes doğruyu senin gibi laik akılla bulamaz!… ”

Bütün dinlerin temelinde insanı başkalarına ve kendine karşı kötülükten alıkoymak yatar. Bu yüzden İslamiyet'te en büyük günah kul hakkı yemektir.  Dünyadaki bir çok acının ve mutsuzluğun temelinde de hak yeme yatar. Yaratılanı yaradandan ötürü sevdiğini söyleyerek Müslüman'ı etkilemek kurnazca bir siyasi söylemdir. Ancak,  Allah'ın şehidin bile kul hakkı dışındaki bütün günahlarını affettiğini ama kul hakkını asla affetmediğini de unutmamak gerekir.

Zaman zaman beğenerek ya da beğenmeyerek çeşitli yazarların yazılarını, kitaplarını okuyorum. Birkaç gün önce Taraf Gazetesi yazarlarından Emre Uslu'nun köşe yazısını okudum. Onun çok hoşuma giden bir sözüyle bitirmek istiyorum.

“Yolsuzluklar Everest kadar büyümüşse, başörtüsüyle kapatamazsınız!..”

Sana söylüyorum, duydun mu? Kafanı çevirme!…

Kalın Sağlıcakla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.