Kimliksizleşmek

Otomobil fabrikaları aynı yıl, aynı modelden yüz binlercesini imal ediyor. Aralarında renk farkları var sadece. O da 5-6 çeşitten ibaret. Yüz binlerce otomobili birbirinden ayırabilmenin tek yolu ruhsatlara işlenen motor ve şasi numaraları. Metal üzerine çelik numaratör kalemleri ile işlenen bu rakamları aynı gereçle değiştirmek olanaklı olduğu için “çakma” kavramı son yıllarda yaşamımıza girdi.

Aslında kimliksiz ve birbirinden farklı olmayan otomobiller bu numaralar sayesinde kimlik kazandı. Çok daha fazla üretilen dayanıklı tüketim mallarında ise kimlik yok.

Son yıllarda insanlara da tıplı motor ve şasi numarası verir gibi vatandaşlık numarası verilmeye başlandı. Bazı karışıklıkları önlemede kolaylık sağlayan bu “yenilik” insanımızın kimliksizleşmesi ile aynı döneme denk düştü. Eskiden insanlar, adları, soy adları, aile lakapları, doğum tarihleri ve yerleri, cilt, hane vs. gibi numaralarla ayrılır, ancak kişisel özellikleri nedeni ile farklılığını ortaya koyduğu için bu bilgilere bile gereksinim duyulmazdı.

Ülkemizde özellikle 12 Eylül sonrasında kişiliksiz, tek tip insan yetiştirme politikaları nedeni ile insanlarımızın birbirinden ancak vatandaşlık numaraları ile ayrılabileceği gerçeği ile yüz yüze kalmıştık ki, o da yetmedi. Şimdi yeni kimlik kartları veriliyor ve bunlara bir de çip takılıyor.

Bütün bu önlemlere rağmen çakma otomobiller misali çakma insanlar ortalıkta geziyor. Gazete ve TV haberlerinde sahte polis, sahte öğretmen, sahte profesör, sahte hakim, sahte kaymakam, haberleri eksik olmuyor. Şimdilik sahte vali olmasa bile ellerine kelepçe vurulmuş fotoğrafları çekilen hapiste valilerimiz, sahte FETÖ düşmanlığı yapan FETÖ’cü valilerimiz var.

Sahte politikacılarımız var mı? Bilmiyoruz. Ama TBMM çatısı altında sahte oy kullanan vekillerimizin olduğu tartışmasız bir gerçeğimiz.

Bu kadar kimliksizlik ve kimliksizliği izleyen sahtecilik nereden kaynaklanıyor?

Her şeyden önce kentlerimiz, kasabalarımız kimliksizleşti. Büyük kentlerimizin mahalleleri haline gelen köyler kimliksizleşti. Şimdilik kırsal alanlar kendilerini korusa bile, bu yıkım hızı onları da aynı yöne savuracak. Hiçbir kentimizin diğerinden farkı kalmadı. Aynı planda, aynı renklere boyanmış beton yığınlarını birbiri ile hiç ilgisi olmayan yerlerde görebiliyorsunuz.

Bir Ege kentinde, ya da İç Anadolu’da, Güney’de olduğunuzu belirleyecek hiçbir özellik göze çarpmıyor. İnsanlarımız 25-30 katlı, 120-130 ailenin birlikte oturduğu ama, asla birbirini tanımadığı ve tanımaya da niyetli olmadığı kimliksiz yapılarda oturuyor. Oturduğu evi uzaktan belirleyecek bir özellik yok. Doğup büyüdüğünüz kentte sizi gözlerinizi bağlayıp yeni yapılaşan bir mahalleye götürseler uzun süre nerede, hatta hangi kentte olduğunuzu bilmeniz olası değil.

Çocuklar, mahallelerinin dışında hiçbir özelliği olmayan okullara, aynı tip servis araçlarına binerek gidip geliyor. Okul arkadaşları aynı zamanda mahalle arkadaşı değil. Olsa da birbirlerini mahalleden tanımıyor.

Sayıları artık ikiyüzü geçen  üniversitelerimiz kimliksiz. Ülkede bunca hukuk rezaleti varken, hiç bir hukuk fakültesi sesini yükselt(e)miyor. Ülkede tarım çökerken ziraat fakülteleri, hayvancılık çökerken veteriner fakülteleri sessiz. Fabrikalar satılırken, ya da kapanırken, sendikalar yasası değişirken sendikalar sessiz.

Gelişen teknoloji ile gençler, hatta çocuklar arasında bilgisayar ve  cep telefonları ile iletişim son derece gelişmişken yaratıcılık can çekişiyor. Facebook sayfalarına yaratıcı bir şeyler yazmak yerine “beğen” tuşuna tıklamak yeterli.

Ülkemizin kentlerimde manifaturacılık ya da terzilik diye bir meslek kalmamış. Herkes belirli mağazalar zincirlerinin sattığı kalitesiz ve neredeyse bir örnek giysileri “kullan-at” mantığı ile tüketiyor. Bakkal kalmamış. Marketlerden reklamı çok yapılan “ünlü” markaları alıyoruz. Bu tür yerlerdeki tarım ürünleri bile tornadan çıkmış kadar “düzgün”. Yoğurtlar ekşimiyor ama sağlıksız. Tavuklar hormonlu, biraz gayretle kemiklerini bile kemirebiliyorsunuz.

Yazımıza otomobiller ile günümüz insanını karşılaştırarak başladık. Gelişen teknoloji bazı ülkelerde insanların önüne yeni ufuklar açıyor. Birkaç gün önce Fransa’nın başkenti Paris’te şoförsüz yolcu otobüslerinin seferlere başladığı duyuruldu. Bizde ise gelişen teknoloji ile şasi ve motor numarası olan çiplerle donatılmış insanlarımız beyin kullanmadan yaşamayı öğrenecek(!). Bu tür insanların seçim sandıklarında önceden programlandıkları gibi oy verecekleri zannediliyor.

Ne var ki bu işler o kadar da kolay değil. Önümüzde bulunan ilk sandık deneyi olan referandumda halkımız aklını kullanarak “HAYIR” demeyi başaracak ve insanların şasi numaralı, çipli yapay varlık olmayı kabullenemeyeceğini gösterecek.

Biz kazanacağız…

İnsanlık kazanacak…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.