Kıl Tüy Muhabbetler…

Başlığa bakıp da ironi yapacağımı sanmayasınız.
Gerçekten de kıl tüy muhabbeti yapacağım size bugün.
Hayvanların postlarıyla hiç dertleri yok malum.
Yaz gelince tüy dökerek yazlıklarını giyiyorlar, kış gelince yine eski hallerine geri dönüyorlar.
Ne aslan yelesine fön çektiriyor, ne de tilki kürkü ıslanmasın diye şemsiyeyle geziyor.
Zımpara misali dilleri kişisel bakım için yetiyor da artıyor.
İnsanlarınsa kıl tüy muhabbeti bitmek bilmiyor.
Saçlar mesela başlıbaşına bir konu.
Kurusundan yağlısına, kısasında uzununa, sarısından karasına, düzünden dalgalısına ve dahi kıvırcığına…
Yandan mı ayırsak ortadan mı, uzatsak mı kısaltsak mı, sabunla mı yıkasak şampuanla mı?
Ah bir de ıslak ıslak dışarı çıkmasak…
Saçı az olan derdi bir türlü, çok olan bir türlü.
Olmayanınsa bambaşka bir türlü.
En rahatı o aslında da farkında değil.
Ne şampuan derdi, ne de ne tarafa yatırsam derdi.
Ve kadınların örtülerin altındaki saçlarına vurdukları sıradışı renkleri.
Kâh boyadan yıpranmışı, kâh henüz boya dokunmamışı.
Yıka ve Çıkçılarsa en şanslısı…
Ya Orta Çağ`da, suyla sabunla meşketmeyen Avrupalıların başlarındaki bitleri saklamak amacıyla ürettikleri lüle lüle perukları!
Eski Mısır’da da aristokrat sınıfa mensup erkekler saçlarını kazıtıp, daha uzun insan saçından yapılma ya da insan saçı-at kılı karışımından yapılma peruklar giyerlermiş başlarına.
Kıl tüy demişken istenmeyen tüylere de iki laf etmeden geçmek olmaz hani.
Yüzyıllardır alınmalarına rağmen inatla çıkmaya devam etmelerine bakacak olursak  istenmediklerinin farkında değiller anlaşılan.
Nasıl bir aymazlık ya da nasıl bir inatsa artık…
Tabi yılmaksızın çıkmalarının sebepleri çok.
Onları yolmakta ısrarcı olup, doğamızla inatlaşan bizleriz.
Kadınların istenmeyen tüyleri bir yana, erkeklerin de hem belalısı hem de olmazsa olmazı sakalları- bıyıkları var.
Yaşlandıkça kulaklarından ve burunlarından fışkıran kılları ile, hele de kaşlarına gelen son gürlüğü ile daha bir heybetli durmaya başlıyorlar giderayak.
Kadınların kaş derdi ise ergenlikle birlikte başlıyor.
Bir elinde cımbız, bir elinde ayna.
Hele de kaşlar Boğaz Köprüsü kıvamındaysa…
Tek tük de olsa kaytan bıyıklı kadınlar da var arada.
Kirpiklerinin gölgesi güllerle bezenmiş kadınlar da…
Saça başa tekrar dönecek olursak;
Saç teli tehlikelidir de bir yandan. İnsanın başını belaya sokar.
Ceketin omuzuna yapışmış tek bir tel mesela!
Söyle, kim bu kadın!!
Akıllı adam evdekiyle dışarıdakinin saçını aynı renge boyatan adammış.
“Sana kızıl çok yakışır hayatım, bir denesen diyorum….”
Peki ya yemeğin içinden çıkan saç teline ne dersiniz?
Tamam tamam, ne dediğinizi duydum….
Bakın kıl tüy derken ne kadar çok laf ürettik değil mi?
Demiştim size kıl tüy deyip geçmeyin diye.
Bitti mi sandınız, bitmedi…
Saçı uzatmak ya da çoğaltmak için postişler, çıt çıtlar, kaynaklar var pek çok  kafada.
Doğum sonrası ya da kemoterapi esnasında tutam tutam dökülen saçlarına hazin hazin bakan insanlar var.
Sonra saçların yeniden çıkmasına sevinmek var.
Başı sıcaktan – soğuktan korumasının dışında görsel olarak insanın kendine güvenini kazandıran bakımlı ve temiz saçlar var.
Düğünlerde aynı kuaförün elinden çıkan telefon kablosu kılıklı tek tip saçlar var.
Sıradan günlerde sakin durup, ne tarafa istersek o tarafa yatan ama özel bir güne hazırlanırken inada bindirip şaha kalkan saçlar var.
Özgür bırakılan ya da bazen bir kalemle başın üzerine toplanıveren, rengarenk aksesuarlarla neşelenen, şık bir topuzla asilleşip, çılgın buklelerle şirinleşen saçlar var.
Sık sık değiştirilen modeli ya da rengiyle kişinin ruh halinin aynası saçlar var.
Tepeler açılmaya başlayınca yandakileri uzatıp, dağlar tepeler aşırtıp, karşı yakaya ulaştırılan yapıştırma saçlar var.
Saçının tellerine…. diye başlayan şarkılar var.
“Ne güzel enseyi geçmemesi saçların, 
Alnımızda bitmesi. 
Tane tane olması kirpiklerin, 
Tel tel olması kaşların. 
Ne güzel insan yüzü…” diyen Oktay Rıfat şiiri var…
Var oğlu var.
Gökteki yıldız ile baştaki saç sayılmazmış.
Bu yazının tuş sayısı da sayılamaz hale gelmeden yazıyı sonlandıralım.
İyi pazarlar hepinize 🙂
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.