Kendi Karanlığını Cebinde Taşımak

İnsan kendi karanlığını cebinde taşıyabilir mi? Hem de Ortaçağ karanlığını…
Aydınlığı yanınızda taşıyabilirsiniz. Fener, çakmak ya da kibrit benzeri araçlarla karanlığı yırtabilirsiniz, ya da kitaplarınızla cehaletin getirdiği karanlığı yavaş yavaş aydınlığa dönüştürebilirsiniz. Ama aydınlığı karanlığa nasıl dönüştürebilirsiniz. Hele bir de ortalık kendiliğinden aydınlanmaya başlamışsa karanlığı nasıl geriye getirebilirsiniz?
Batı dünyası Ortaçağ karanlığı içindeyken, İslam dünyası antik çağın aydınlık yüzünü yakalayarak Batı dünyasına da nakletmeyi başardı. Batı dünyası bu eserleri yeniden keşfedince Rönesans ile birlikte yeni bir atılım yaparken İslam dünyası karanlıklara gömülüyordu.
Karanlığı aydınlığa dönüştüren en önemli araçlardan birisi şüphesiz matbaanın icadıydı. Matbaa, çok daha önceleri Çin’de icat edilip İran’a kadar gelmesine rağmen o zamanlardaki yöntem basılacak sayfanın tahta kalıplarının oyulmasıydı ve bu işlem büyük güçlüklerle boğuşmak demekti. Tek tek harflerin dizilmesi matbaacılık tekniğinde büyük bir gelişmeye yol açtı. Johann Gutenberg 1455 yılında metal harfleri yan yana getirerek 42 satırlık bir İncil basmayı başardı ve modern matbaanın ilk adımını attı. Bu tarihten sonra matbaa bir yandan yayılırken bir yandan da teknolojik gelişmeler kazandı.
Osmanlı devletine matbaanın geç gelmesi ise hep geri kalmışlığın temel nedenlerinden biri olarak değerlendirilir. Macar asıllı İbrahim Müteferrika’nın Vankulu Lugatı’nı bastığı 1729 ile Gutenberg matbaasının arasında tam 274 yıl vardır. 1731 tarihindeki Patrona Halil gerici ayaklanması sonrası ilk matbaa kapanmış ve yeniden açılması ise Gutenberg’in matbaasından tam 300 yıl sonra, yanı 1755 yılındadır. Bu topraklarda yayınlanan ilk Türkçe gazete Patrona Halil İsyanından tam 100 yıl sonra yayınlanan Takvim-i Vekayi adlı resmi gazetedir. İlginç olan bu gazetenin de o tarihlerde Fransız Elçiliğinin Osmanlı ülkesinde yaşayan Fransız yurttaşları için yayınlanan Moniteur Otaman adlı gazetenin Türkçe nüshası olmasıdır.
Eğer matbaanın ülkemize girmesi gerçekten 300 yıl sonra olsaydı, geri kalmışlığımıza yanardık. Ama çok az bilinen bir gerçek matbaanın ülkemize aslında 38 ya da 40 yıl sonra girmiş olması, ancak Türk ve İslam tebaasına yasaklanmış olmasıdır. Yanı Osmanlı devletinin en parlak yıllarının yaşandığı söylendiği çağda matbaanın icadına tanık olunmuş ancak bu icadı kendi halkına yasaklamıştır. Bir başka deyimle halkının gözlerini kara bir örtü ile bağlamıştır.
1492 tarihinde İspanya Kraliçesi İsabella’nın bir fermanı ile ülkelerini terk ederek Osmanlı devletine sığınan Sefarad Yahudileri, Padişah II. Bayezid’e başvurarak matbaa kurmak istediklerini söylemiş ve izin istemişlerdir. Bayezid bu izni Türkçe, Arapça ya da İslam dinine ilişkin metinleri basmamak kaydı ile vermiş, bu koşulları kabul eden Sefarad Yahudileri 1493 ya da 1495 tarihinde ilk matbaayı İstanbul’da, 1527 tarihinde de Selanik’te kurmuşlardır. Bu matbaaları diğer azınlıkların kurduğu matbaalar izlemiş ancak yine aynı koşulla, yani Türk ve İslam tebaasına yönelik hiçbir eserin basılmaması koşuluyla…
Işık, Osmanlı ülkesine gelmiş, ancak Osmanlının en parlak günlerinde Osmanlı sultanları bu ışığın aydınlığını görmemeleri için Osmanlının Türk ve İslam tebaasının gözlerini cebinde taşıdığı kara bir bez ile bağlamıştır.
Karanlıklar içinde yüzen Batı, ülkesine doğuda keşfedilen matbaayı geliştirerek taşırken, Osmanlı devleti en parlak yıllarında cebinde taşıdığı karanlık ile halkının gözlerini bağlayarak karanlığın ömrünü uzatmıştır. Batılılar İslam dünyasından aldığı Antik çağa ilişkin metinleri kendi diline çevirerek yeniden “keşfederken” İslam Dünyası, Batıda yayınlanan kitaplardan coğrafya harita ve kitapları dışta tutulursa neredeyse hiç birini kendi diline kazandırmamıştır. Ta ki yakın zamanlara kadar…
İbrahim Müteferrika’nın matbaasın 2 yıl yaşayabilmiş, ancak Gutenberg’den 300 yıl sonra yeniden hayat bulabilse de matbaa, kitap, okuyan insanlar hep suç delili ve suçlu olarak görülmüş, kitaplar toplatılarak yakılmış, gazetelerde kitaplar silah ve bombaların yanına konarak suç aleti olarak teşhir edilmiştir.
Cepte taşınan karanlıktan kurtulmak, gözümüzü kapatan bez parçasını söküp atmak kadar kolaydır. Hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez. Elbet güneş Dünyamızı aydınlatır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.