Kendi başınalığın gücü

Ne zordur bazen kalabalık yaşamak.
Kalabalıklarda yaşamak değil dediğim.
Etrafta kimse olsa da olmasa kendinle kalamamak, tek başınalaşamamak…
Sahnede şarkı okurken şarkının en içli yerinde bile gözünü kapatmamak mesela.
Gözü açık ve herkesi izleyerek, hiçbir şey hissetmeyerek okumak şarkıyı.
İzlenmesi gereken kişi olacağına, izleyici olmak.
Kendinleşememek.
Ne derler oysa; somut olarak her bilgiyi öğren, sonra çık sahneye ve hepsini unut.
Yüreğinin sesini dinle ve söyle şarkını tek başına.
Arkası gelecektir…
Seni izleyen gözlerin esareti altına girip de elini ayağına dolaştırmalarına izin verme.
Tedirginlik doğru bildiklerini unutturur insana.
Ensesinde öğretmenin nefesini duyan çocuk iki kişilik düşünerek verir cevaplarını.
Sonuç; yanlışı bol bir cevap kağıdı.
Kendisini gözleyen bir yolcusu olan şoför iki kişilik düşünerek sürer aracını.
Sonuç; acemice yapılmış hatalarla dolu bir yolculuk.
Gelecek misafiri olan kadın misafir sayısı kadar çok kişilik düşünerek girer mutfağa.
Sonuç; kabarmayan keklerle, denk düşmeyen tariflerle dolu bir sofra.
Oysa her zaman yaptığından farklı bir şey yapmamıştır.
Sırtına başkalarının düşüncelerini yüklemediği zamanlarda bir karış kabarmıştır keki.
Pilavı tel tel, çorbası kıvamında olmuştur.
Özenince olmaz deriz ya hani.
Kalabalıklaşınca olmuyordur aslında…
****
Hayat oyununu da seyircileri kendisinden fazla önemseyerek oynar insan hep.
El âlem ne der fikri görünmez bir ağdır adeta üzerine atılan. Eline koluna dolanır insanın. Rahat bırakmaz bir türlü.
Ağı dokuyanlar da en yakınındakilerdir üstelik.
Eş dost arkadaş, konu komşu aile, kasap bakkal manav, okuyucu, izleyici, dinleyici…
Herkesin gönlünden geçene hitap etmeye çalışıp, herkesin fikrini kendi fikrinin önüne geçirdiği zaman kendisi olmaktan çıkıp “hiç kimse” olmaya başlar insan.
Herkesi memnun etmeye çalıştıkça kimseleri memnun edemez hale gelir.
Sonunda da memnun etmeye çalıştıkları tarafından “itinayla” görmezden gelinir.
****
Her yerde karşımıza çıkan bunca özlü söz ve bunca öğreti sonucunda sevginin ve gücün kendi içimizde bir yerlerde olduğunu biliyoruz artık değil mi?
Biz kendimizi keşfedebilelim diye ediliyor onca laf.
Hata yapmamızı bekleyen gözleri görmezden gelip, hata yapmamıza engel olan gözleri dikkate alalım, alkışların büyüsüne kapılıp da hayatımızı “alkışlanmak” üzerine kurmayalım diye ediliyor.
Korkularımızla yüzleşip, acılarımızla pişelim, başka hayatlara tutunarak bağımlı olmak yerine, kendi irademizi ortaya koyarak özgür yaşamayı seçelim diye ediliyor.
Yüzleşmelerde biraz dizler kanar, biraz dirsekler sıyrılır, kısacası yara bere içinde kalınır. Lakin kendi içine dönebilen insan sıyrıklarından sızan kanlardan haz alır, tüm yaşanmışlıklarından hayatına pay çıkartır.
Çünkü o, yaraları iyileştiğinde eskisinden daha güçlü olacağının farkındadır…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.