Kalemini satmayanlar günü!

10 Ocak Pazartesi sabahı Bursa’nın çok özel eğitim kurumlarından Uludağ Koleji’nde öğrencilerle buluşma hazırlığı yaparken tarih öğretmeni ağabeyim Oktay Baysal aradı.

Günün kutlu olsun da, ne demek Çalışan Gazeteciler Günü?” diye sordu.

“Ağam” dedim, “Sanırım bunu gazeteciler bile bilmiyor. Bugün hem Uludağ Koleji’nde hem de İYİ Parti Gençlik Kolları’ndaki söyleşimde anlatacağım” dedim ve önce kendisine anlattım.
 **** 
Aslında 10 Ocak, meslektaşlarımızı ilgilendiren bir gün…

Daha önce statüsü, sendikası olmayan gazetecilere 1961 yılında 27 Mayıs’ın özgürlük ortamında 212 sayılı yasa çıkarılarak ‘Fikir İşçisi’ statüsü verildi.

Peki neden adı ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ oldu? Çalışmayan, çalıştırılmayan gazeteciler günü de var mı?

Elbette 10 Ocak onların da günü ama isimdeki vurgu şu nedenle…

Bu yasa çıktığında dönemin 9 gazete patronu bir araya gelerek, gazetelerini 3 gün yayınlamama kararı verdi.

Bunun üzerine gazeteciler daha sonra sadece bayramları yayınlanacak ‘Basın’ adlı bir gazete çıkardılar.

Onun için bugüne ‘Çalışan Gazeteciler Bayramı’ denildi; sonra adı değişti Çalışan Gazeteciler Günü oldu.
 **** 
Hem Uludağ Koleji’nde hem de İYİ Parti’de bu konuya vurgu yaptıktan sonra dedim ki, bizim için en önemli gün 24 Temmuz’dur.

1908 Devrimi ile sadece 33 yıl süren otoriter-baskıcı rejim ortadan kalkmadı, onca yıl gazetelerin üzerine kabus gibi çöken Sansür Kurulu da sona erdi.

Ne yapıyordu o kurul?

Gazeteler yayınlanmadan önce o kuruldaki kişilerin önüne geliyordu.

Orada görev yapan Abdülhamit’in sansür elemanları ‘Bu olmaz, şunu çıkarın, o çok sakıncalı, hükümetimizi yıpratır’ diyerek yazıları elekten geçiriyorlardı.

Eleğin üzerinde kalan çok az olduğu için çoğu zaman gazete sayfaları boş çıkıyordu.

O kadar ki, bazı sözcükler bile bunların ağından kurtulamıyordu.

Büyük burun (Abdülhamit’in burnu büyüktü), yıldız (Yıldız Sarayı’nda oturuyordu), bomba, hürriyet, sakal, grev, Murat, Mithat Paşa, baykuş, tahtakurusu (Osmanlıca yazım kuralları nedeniyle tahtın kurusun anlamına gelebilir), ihtilal, sosyalizm, cumhuriyet, anayasa, Makedonya, Girit, tayyare, Bosna Hersek, hatta Kıbrıs sözcüklerinin haber içinde geçmesi yasaktı. Coğrafi isimlerin yasak olmasının nedeni, kaybedilen topraklar olmasıydı (1 milyon 600 bin kilometre kare toprak kaybedildi 33 yılda).

İşte iktidarın Atatürk’ün yerine geçirmek için yalan rüzgarı dizisiyle kahramanlaştırmaya çalıştığı Abdülhamit dönemi buydu.

Buna karşı direnen vatan şairi Namık Kemal “Hokkamı dilenci çanağı, kalemimi iktidar değneği yapmayacağım” diyerek, despotik iktidara meydan okumuş, bunu da Magosa zindanlarında canıyla ödemişti.

 ****Peki Abdülhamit gitti de bizim çilemiz bitti mi?

Hayır elbette… Her dönemin mağduru ve mazlumuyuz biz…

Siyasal iktidarlar denetlenmekten hoşlanmazlar.

Yasama, yürütme, yargı erkinin arkasında basını-medyayı sayarlar ama sadece kendi propagandalarını yapacak gazete- gazeteci isterler.

Gücün ve paranın etrafında pervane gibi dönen gazetecileri de bulurlar, tepe tepe kullanırlar.
  **** 
İttihat ve Terakki başta olmak üzere Tek Parti, Demokrat Parti döneminde yoğun baskılar gördük.

Demokrat Parti döneminin başlangıcında balayı yaşandı, ancak kısa süre sonra Ankara Ulucanlar Cezaevi “Hilton” adını aldı, orası gazetecilerin ikinci adresi oldu.

Altındağ Belediyesi orasını çok güzel bir müze haline getirdi hem öğrencilere hem de İYİ Partili dostlara görmelerini önerdim.

Türkiye tarihinin özgürlük mücadelesinin önemli isimleri, sağ-sol orada adeta resmi geçit yapıyorlar.
 **** 
1956 yılında DP döneminde çıkarılan 6732 sayılı kanunda aynen şu ifadeler yer almıştı:

Resmi sıfatı olan kişiler hakkında olumsuz bir izlenim yaratacak yayında bulunmak, bir yıldan üç yıla kadar hapis!”

Sanırım o dönemde dünya tarihine geçecek bir örnek dernek kuruldu:

Radyo İstasyonlarından Ajans Haberlerini ve Partizanca Yayınları Dinlemeyenler Derneği!”

Dernek kurulduktan sonra polis tarafından basıldı ve kurucuları gözaltına alındı, yargılandı.
 **** 
12 Eylül karanlığından söz ettim daha sonra…

Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın binlerce kitabının SEKA’ya kağıt olması için gönderildiğini, Trabzon’da yayınlanan Karadeniz gazetesinin Ordu’nun yukardan çekilen fotoğrafını mavi (1982 Anayasa referandumunda mavi hayır, beyaz evet demekti) bastığı için toplatıldığını, o dönemde Siyasal İslamcı, Fethullahçı yapılanmanın önünün açıldığını anlattım.

 **** 

Son cümle olarak da arkadaşım Necati Kartal’ın gazeteciliğin geleceğine ilişkin anlattığı tehlikelere vurgu yaptım.

Amazon, Google, Twitter gibi büyük kuruluşlar medyaya girerse ne olur?

Yapay zeka ve robotların haberleri derleyecekleri bir medya dünyasına doğru evrildiğimizi de sözlerime ekledim.


 **** 
Bu yazının dipnotu: Uludağ Koleji’nde beni gençlerle buluşturan okulun kurucularından Tekin Çanga ile Uludağ Üniversitesi Türk Dili okutmanı Nilüfer İnceman Akgün’e,İYİ Parti Bursa Gençlik Kolları Başkanı Kadir Ateş’e, açılışta yaptığı konuşmayla beni onurlandıran değerli kardeşim İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu’na, Bursa İl Başkan Yardımcısı İbrahim Erdoğan’a teşekkür ediyorum.



SİYASETÇİLERİN KAFA KARIŞIKLIĞI!

Hazır konu açılmışken belirtmek isterim, gazeteci ile yazar arasında var fark. Bugün sosyal medyada veya bir mecrada yazan herkes yazar olarak kabul edilebilir. Ancak gazeteci profesyonel olarak bu meslekten geçim sağlayan, bir başka deyişle başka işi olmayan kişidir.

Başkanvekilliğini yaptığım Anadolu Gazeteciler ve Spor Yazarları Derneği, gazetecilerin tümünün üye olabileceği bir oda kurulmasını, oda kurulma tarihinden itibaren iletişim fakültesi mezun olmayanların medyada gazeteci statüsü ile çalıştırılmamasını savunuyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.