İttifaklar Meselesi Üzerine

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Milliyet gazetesi köşe yazarlarından Sayın Mehmet Tezkan’ın, 26 Şubat 2018 tarihli, “CHP/HDP İTTİFAK YAPSA ‘OH’ ÇEKECEKLER” başlıklı yazısı, ittifaklar konusundaki tartışmaya katkıda bulunma amacıyla bu yazıyı kaleme almama neden oldu.
Türk Devrimi’ni kavramadan ve dikkate almadan, Türkiye’yi başkanlık seçimi kavşağına getiren tarihsel ve güncel nedenleri anlamakta ve açıklamakta zorlanılır.
Türk Devrimi; askerî evre öncesi, askerî evre ve sonrası diye üç evreden oluşur. Askerî evre öncesinin zaman dilimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge haline geliş sürecini kapsar. Askerî evre, Emperyalist Devletlerin silahlı işgaline karşı Türkiye halkının yürüttüğü ve zaferle sonuçlandırdığı silahlı anti-emperyalist Milli Kurtuluş Savaşı safhasıdır. Askerî evre sonrası, Devrim’in barış koşullarında devam ettirilmesi sürecidir. Her iki evrenin başı ve sonu belli iken, üçüncü evrenin başı belli, fakat sonu açık olan bir süreçtir.
Devrim’in barış koşullarında devam ettirildiği sürecin en önemli olaylarından biri İzmir İktisat Kongresi’dir. Kongre’de yaptığı açış konuşmasının en başında Gazi Mustafa Kemal şu gerçeğe dikkat çekmiş ve uyarıda bulunmuştur:
“Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen görülmüştür. Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Efendiler, tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut yenilgiler, yok olmalar ve felâketler, bunların, tümü; gerçekleştikleri devirlerdeki iktisadî durumlarımızla ilişkili ve ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.”
Bilindiği üzere, Kongre’de, özel ve devlet sektörlerinden oluşan devletçi karma-ekonomi modeli benimsendi. Ancak bu modelin, emperyalist ekonomilerin dayandığı özel ve devlet tekellerinden meydana gelen devletçi karma-ekonomisinden niteliksel bir farkı vardı. O fark, devlet sektörünün halkçılık anlayışına dayanan uygulamasıydı.
Devrimin halkçılık anlayışını belirleyen gerçek, iki Mustafa’nın aydınlık yolunda askerî evreyi zaferle sonuçlandıran Türkiye halkıdır. Halk, Türk Devrimi’nin mayasıdır. Bunun için, Mustafa Kemal, Türk milletini; “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diye tanımlamıştır. Kongre’de benimsenen devletçi karma-ekonomi modeli, Türkiye ve Türk milletinin yaşamsal ihtiyaçlarına cevap verecek yapıdan yoksundu. Bu yoksunluk, Atatürk döneminde devletçiliğin halkçılık anlayışıyla uygulanması suretiyle büyük ölçüde giderildi.
Türkiye başkanlık seçimi kavşağına neden geldi?
Atatürk’ün ölümünden sonra devletçiliğin halkçılık anlayışındaki uygulaması, özel sektörü öncelikleyen anlayış tarafından terk edildi. Zamanla bu anlayış Devlet’in yürütme ve yasama erklerinde egemen konuma yükseldi. Özel sektörün gelişmesinin bir aracı gibi kullanılan devlet sektörü, özel sektör büyüdükçe özelleştirmeler yoluyla iyice küçültüldü. Parlamenter demokrasinin kuvvetler ayrılığının yürütme ve yasama erklerinde etkili olan özel sektör, 12 Eylül darbesinden sonra yargı üzerinde de etkili olmaya başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında devlet sektöründen geriye kalmış ne varsa onlar da özelleştirilerek devlet sektörü adeta sıfırlandı. Daha Osmanlı döneminde başlamış olan ekonomideki kapitalistleşme sürecinin öyküsü, günümüzde ulaştığı emperyalizmin kıskacındaki yapısıyla, devletin bütün erklerini sınıfsal egemenliğinde toplamak istiyor. “Cumhur ittifakı”nın adayı Sayın Erdoğan, şahsında temsil ettiği bu ekonomik yapıyla, gelinen kavşakta, necip Türk milletini, dört parmaklı “Rabia” simgesi ile Türk Devrimi’nin simgesi Altı Ok’un halkçılığı arasında tercih yapmaya çağırıyor.
“Cumhur ittifakı”nın Türk milletine bu çağrısı, aslında, halkçılıktan yana vicdan sahibi Türk seçmenlerine “Millet ittifakı”nda birleşme çağrısıdır.
“Millet ittifakı”na hangi siyasal partiler katılır sorusundan önce, Altı Ok’un devletçilik ilkesinin kamuculuk ilkesiyle güncellenmesi, Türkiye’nin bekası ve halkının refahı için neden yaşamsal nitelikte önemlidir sorusu üzerinde duralım.
Halkçılık anlayışından yoksun devletçilik uygulamaları;
– ekonomide özel sektör egemenliğine yol açtı,
– kuvvetler ayrılığının dengeli işleyişini olumsuz etkiledi,
– din-devlet ilişkileri bağlamında laiklik ilkesini çarpıttı,
– Türk milletinin uygar ve çağdaş bir toplum olma çabalarını aksattı, sonuçta,
– yurt içinde ve dışında günümüzdeki sıkıntılı durumlarla karşı karşıya kalındı.
Ekonomide hastalığın nedenini teşhis ettikten sonra yapılacak iş, tedavidir. Başkanlık seçimi kavşağında, emperyalizmin kıskacındaki kapitalist ekonomiye karşı necip Türk milletinin seçeneği, Altı Ok’un devletçilik ilkesinin kamuculuk ilkesiyle güncelleştirildiği halkçı karma-ekonomi modelidir.
Çözüm, devletçi karma-ekonomi değil, halkçı karma-ekonomi modelidir.
Halkçı karma-ekonomi modeli, özel ve kamu sektörlerinden oluşur. Devlet sektörünün yerini kamu sektörü alır. Özel sektörde üretim araçları üzerinde nasıl patronların mülkiyet hakkı varsa, kamu sektöründede üretim araçları üzerinde çalışanların mülkiyet hakkı vardır. Devletçilikte yaygın olan devletin malı deniz, yemeyen domuz (keriz) zihniyeti, devlet sektörü ekonomi dışı bırakıldığından ve her iki sektörde üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkına sahip olunduğundan, sözkonusu zihniyetin kendine alan bulması adeta yok gibidir.
Üretim araçları zenginliğin kaynağıdır. Halkçı karma-ekonomide hem özel sektörün hem kamu sektörünün üreteceği zenginlik, milletçe zenginleşmektir, refahın milletçe paylaşımıdır.
Emperyalizm ve küreselleşmenin sert rekabetinde bugünkü ekonomik yapıyla ne Türkiye’nin bekası ne de halkın refahı güvenceye alınabilir. Bu nedenle, Altı Ok’un devletçilik okunun kamuculuk ilkesiyle güncellenmesi, Türkiye’nin bekası ve halkının refahı için olmazsa olmazıdır.
Bu gerçeği kavrayan siyasal partilerin “Millet ittifakı”nda güçbirliği yapması, Türkiye’de demokrasinin olmak veya olmamak meselesidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.