İFLAS ERTELEME REZALETİ

2008 küresel ekonomik krizi başta ABD olmak üzere tüm dünya ekonomilerini derinden etkilemiştir.
Bu etkileşme sonucunda zor durumdaki bankaları kurtarmak için devletler devreye girmek zorunda kalmış, çöküşü durdurup yatırımları pompalamak için merkez bankaları devreye sokulmuş, merkez bankalarının bilançoları inanılmaz boyutlara yükseltilerek, piyasalara düşük faizli bol likidite sağlanmıştır. 2013 başlarına kadar devam eden bu küresel krizin getirdiği düşük faizli bol likidite dönemi yıl içersinde kademeli olarak inişe geçmiş, bu da paranın bulunmasını zorlaştırdığı gibi maliyetlerinin de artmasına yol açmıştır. Aynı dönemde ülkemizin ekonomik büyümelerinin de aşağıya gelmesi, kurlarda yükseliş, taleplerde daralma yaratarak ekonomik dengelerin bozulduğu görülmüştür. Önünü görmeyen pek çok şirketin, oluşan bu borç tuzağına yakalanarak borç ödeme kabiliyetlerini kaybetmeleri, icra ve iflas dosyalarında adeta patlama yaşatırken, tahsil edilemeyen karşılıksız çeklerin 2015 yılında 27,3 milyar TL’ye ulaştığını görmekteyiz.
Şirketlerin bankalardan kullandıkları toplam kredilere bakacak olursak, 2015 yılında bu krediler %23,84 oranında artarken, raporlar toplam kredi borcunun gayri safi yurt içi hasılanın %90 seviyelerine ulaştığını söylemektedir. Yüksek faize karşın borçlanma artışının sürdürebilinmesinin imkansız olduğu bilinmektedir. Bu olumsuz gelişmeler piyasalarda iflas ve iflas ertelemeleri gündeme getirmiştir. İflasın bir takip usulü olmasına karşın, İflas erteleme, bir sermaye şirketinin öncelikle borca batık yani borçlarının öz varlığından yüksek olması, mevcut borçlarını ödeyebileceğini gösteren inandırıcı bir iyileştirme projesinin, yetkililer tarafından iflas erteleme talebiyle mahkemeye sunulması ve mahkemenin bu sunumu kabul etmesi halidir. İflas erteleme, şirketlerin batırılması yerine tekrardan ekonomiye kazandırılması ve alacaklıların korunmasını temel alan bir düşüncenin ürünü olmasına rağmen kötü kullanım nedeniyle, piyasanın nakit akışını bozarak, bir domino etkisi yaratma tehlikesi taşımaktadır. Açıklıkla söylemek gerekirse hiç kimse durup dururken iflas erteleme alarak ticari itibarını sarsmak istemez. Ancak mali durumu ve piyasa itibarı kalmamış, çarkını döndürecek gerçek bir iyileştirme projesi olmayan sermaye şirketlerinden bazıları iflas yolunu seçmesi gerekirken, dolambaçlı yollardan iflas erteleme alabilmektedirler. İflas erteleme kararı alındığı andan itibaren, borçlu kuruluş aleyhine yapılan SSK ve Vergi takipleri dahil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler durur. İşte bu avantajlar, yıllık ortalama 30 ile 50 şirket arasında bir iflas erteleme kararının alındığı ülkemizde, ekonominin bozulması ile 2015 yılından 2016 nisan sonuna kadar, adeta patlama yaparak, bin civarında sermaye şirketinin iflas erteleme kararı almasına sebep olmuştur. Sistemin zafiyetlerinin başında, mahkemelerin atadığı kayyumların finansal kriz yönetimini bilmemeleri ve sektörün içinden gelmemeleri, şirket yönetiminde aktif yönetici rollerinin bulunmaması gelmektedir. Yanlış verilen iflas erteleme kararlarında bilirkişilerin mahkemeleri yanılttığını düşünmekteyim. Mahkemelerin bilirkişi yerine Sermaye Piyasası Belgeli bağımsız denetim şirketlerinden rapor alması halinde, alınan yanlış iflas erteleme kararlarının büyük ölçüde önüne geçileceğini düşünmekteyim. Ancak en güzeli de ABD’de mevcut ihtisas mahkemelerinin Türkiye de oluşturulmasıdır. Hükümetimiz, İflas erteleme sisteminde oluşan istismarı önlemek üzere bir takım adımlar atacağını açıklamış bulunmaktadır. Bu adımlar sistemin istismarını önleyebilir, ancak, iflas ertelemeyi ortaya çıkaran esas ekonomik sorunları ortadan kaldırmaz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.