İçelim güzelleşelim…

Güzelleşmek(!) uğruna yaşanan kaçıncı felaket bu bilmem.
Bu kez ökseye yakalanan kurban henüz on altı yaşında gencecik bir kız.
Bir haberde yazdığına göre; Batman’da internet üzerinden satın aldığı zayıflama ilacını kullandığı öne sürülen Rumeysa Doğu rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış…
Gültepe Mahallesi’nde oturan Rümeysa, zayıflama ilacını ailesinden gizli içmeye başlamış. Bir süre sonra rahatsızlanan Rumeysa’yı ailesi tedavi için özel hastaneye götürmüş. Ancak yapılan muayene ve tahliller sonucunda genç kızın rahatsızlığına teşhis konulamamış.
Beş gün önce durumu ağırlaşan genç kız babası tarafından Batman Bölge Devlet Hastanesi’ne götürülmüş. Baba, kızının çantasından kimliğini çıkarırken ilacı tesadüfen görmüş.
Hastanelerde ağrısı kesilip eve gönderilen Rumeysa en son kalbinden rahatsızlanmış. Gerekli tahliller yapılsa da yine bir sebep bulunamamış. Bu tedaviden üç gün sonra ise Rumeysa fenalaşmış ve kalbi durmuş.
Rumeysa şu anda bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde solunum cihazına bağlı şekilde tedavi görüyor.
****
Bu ve benzeri olayların irdelenmesi gereken ne kadar çok boyutu var biliyorsunuz değil mi?
Olur olmaz her şeyde vatandaşının başına çöken devletin bu ve benzeri durumlardaki umursamazlığı mı desem, yetersizliği mi desem, kanunlardaki açıkları bir türlü kapatamaması mı desem?
Bir insanın hayatına kast edebilecek bir ürünü imal eden mi desem? Ürüne destek veren yan sanayi mi desem? Onu pazarlayan her türlü sanayi mi desem?
16 yaşında bir genç kızın “ölümüne zayıf”, “ölümüne güzel” olması gerektiğini pompalayan kozmetik sanayi mi desem?
O yaştaki bir genç kızı çaktırmadan kontrol etmesi gereken ebeveynler mi desem?
Ne tarafından tutsan elinde kalıyor doğrusu.

Öncelikle ürünler el altından değil, basbayağı internet üstünden satılıyor.
Hangi siteyi açsan küt diye karşına çıkıyor, kapatana kadar hâl oluyorsun.
Satılmadan önce bir güzel üretiliyor.
Yurt dışından geliyorsa da bir güzel ithal ediliyor.
Ne üretim aşamasında, ne ithalat aşamasında, ne de satış aşamasında kimseden tık yok.
Ferah feza işliyor düzen. Tıkır tıkır…
Ürün alıcıya ulaşıncaya kadar herkesin kesesine üç-beş bir şeyler giriyor.
Bizse herhangi bir AVM’nin kontrol noktasından geçerken dahi çantamızı açıp güvenliğe uzatıyoruz. Alışverişlerde aldığımız ürünün üzerinde alarm kalmasın diye ölümüne dikkat ediyoruz.
Aman vergimizi vaktinde ödeyelim, aman aidatımızı aksatmayalım, aman cezaya kalmayalım…
Yoksa biliyoruz ki o minicik borç faizini katlaya katlaya dağ gibi dayanacak kapımıza.
Ve biliyoruz ki alacak mevzu bahis olduğunda devlet ziyadesiyle “hassas”…

Gelelim olayın “feminen” boyutuna…
Kadın milletini bilirsiniz, her zaman en az 5 kg fazlası vardır. Saçını beğenmez, kaşını beğenmez.
Hiçbir şey bulamazsa yüzünün diğer tarafını beğenmez. Hele de büyüme çağındaki bir ergen, bedeninin her santimetrekaresini milim milim inceler ve tek bir milimini dahi beğenmez.
Bir de üzerine medya sürekli “güzellik abidesi” kızları ve “yakışıklılıkta zirve yapmış” erkekleri sokar gözüne. Ki aslında fotoğraflarından hayran olduğu her kim varsa neredeyse tümü şopludur. O ise fotoğrafta gördüklerinin hep öyle yaşadığını var sayar. Ah işte çocukluk…
Hem bilmez ki güzellik dediğin dayatılan ölçülerde değil, kendi özünde…
“Fazla önem verdiğin zaman güzellik bir çıkmaza dönüşebilir. En beklemediğin anda sana çelme takar, seni göklere, daha da yükseklere çıkarır ve sonra ansızın yere bırakır. Bütün dikkatini ona yönelttiysen bu düşüş gerçekten bir felakete dönüşebilir. George Cukor’ın dediği gibi, insanın kim olduğunu kabullenmesiyle ve bilinçle yarışabilecek hiçbir güzellik yoktu.” demiş dünya güzeli Sophia Loren.
Zamanında onu da burnu fazla uzun, yüzü fazla basık, çenesi fazla küçük diye beğenmemişler üstelik. Epey ilerlemiş yaşına rağmen o her haliyle güzel bir kadın…
Hadi bakalım, gel de anlat bunu bütün gününü ayna önünde, pardon cep telefonu kamerası önünde geçiren ergene…
“Oysa ki güzellik içten dışa yansıyan bir ışık hüzmesi” demişim Genç Kalmak başlıklı yazımda.
Ve detay detay tarif etmişim güzelliği…

Konunun ebeveyn tarafı çok karışık.
Bilinçsiz ailelerin çocukları kadar bilinçli ailelerin çocukları da kaptırıyor kendisini bu girdaplara. Hatta daha beterlerine.
Ergenlik döneminde vücudun kimyası değişiyor malum. Kontrol mekanizması sıfırlanıyor. İnsan ergen karşısında ne yapacağını şaşırıyor.
Sıksan bir türlü, serbest bıraksan başka türlü. Dengeyi tutturacağım derken ip cambazına dönüyor insan.
Aşırı kontrolcü olarak yaftalanmak da var işin ucunda, aşırı duyarsız olarak da.
Tek hedef bu zor günleri hasarsız atlatmak…
Ama nasıl?
Her çocuk bir diğerinden o kadar farklı ki?
****
Her insanın bir hassas yanı, bir yumuşak karnı var.
Kimisinin güzellik, kimisinin fakirlik, kimisinin eğitimsizlik, kimisinin esaret.
Kişinin ek yerini bulan kurnazlar oradan başlıyorlar vurmaya.
Kısa yoldan güzellik,
Kısa yoldan zenginlik,
Kısa yoldan diploma,
Kısa yoldan özgürlük vaat ediyorlar.

Kısacası önce “eksiklik” kavramı yaratıyorlar, sonra da eksikliği yüzüne çarpıyorlar.
Bir adım ötesinde de “telafi edelim” diyorlar.
Tabii ki bu telafi kimsenin kara kaşına kara gözüne, babasının hayrına değil.
Onun da bir bedeli var.
Genelde de tuzağa düşen insanlar bu bedeli canları ile ödüyorlar…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.