Hrant’ta az, Mumcu’da çoğuz…

Geçtiğimiz 19 Ocak Hrant Dink’in kahpece katledilişinin beşinci yıldönümüydü.
Diğer dört yılda olduğu gibi 150-200 kişilik bir grupla Bursa’da da andık Hrant’ı.
24 Ocak, yani dün de Uğur Mumcu’yu katledilişinin on dokuzuncu yıldönümünde yâd ettik.
700-800 kişilik bir grupla anıldı dün Uğur Mumcu.
Hrant’ın anmasında da bulunan tanıdık yüzler de vardı Mumcu’nun anmasında.
Gazeteci dostum Zafer Opsar’la yan yana yürüdük, Mahfel’den Heykel’e kadar.
Ve ikimizin de sorduğu ortak soru şuydu; Hrant’ın anması neden daha cılızdı?
Bu sorunun yanıt ihtimalleri dahi insanın yüreğini burkmaya yeterli.
Mumcu bir gazeteci ve Türk’tü.
Hrant bir gazeteci “ama” Ermeni’ydi.
Mumcu etkin gazeteci kimliği nedeniyle “derin ilişkiler” sonucu öldürüldü.
Hrant Ermeni kimliği nedeniyle yine “derin ilişkiler” sonucu derin devlet tarafından öldürüldü.
Her ikisinin öldürülme nedenleri farklı, katilleri “gendaş”…
Her ikisi de görüşleri farklı ama bu toprakların eli kalem tutan aydınlarıydı.
Peki, "biz" neden Hrant’ı anarken az, Mumcu’yu anarken çoğuz?
Bilinçaltlarımızın bir köşesinde bu ölümlerden birini meşru, diğerini gayrı meşru görüyor olabilir miyiz?
Aslında siyasi cinayetlere karşı değiliz, ama bizim gibi düşünenlerin öldürülmesine mi karşıyız?
Bir de bu iki ismin üzerine, anmak şöyle dursun, adlarını anmaktan dahi örtülü imtina ettiğimiz Metin Göktepe ve Musa Anter’i de ekleyerek verebilecek makul, insani bir yanıtımız var mı?
Hrant bir gün kendisi de hain pusulara düşürülünceye kadar, "ırkdaşı olmayan" Mumcu'nun katledilmesini lanetlemiş, birçok anma töreninde ön saflarda yerini almıştı. Mumcu'yu ananların büyük bir bölümünün Hrant'ı anmamalarındaki temel çelişki nedir?
Bırakın "hepimiz Hrant'ız – Ermeniyiz" şöyle dursun, bu benzer kahpece öldürülüşler karşısında "hepimiz insan mıyız?"
Bunları düşünürken dostum İsmail Özdemir’den “Ocak ayı gazeteci cinayetleri ayı” başlıklı durumu özetleyen bir e-posta aldım…
Aynen yayınlıyorum;
“24 Ocak 1993. Onursuz bir bombalı pusuyla aramızdan aldılar Uğur Mumcuyu… Gizli servisler, derin yapılar, ayak sürümeler… Bombalandığı alan bile hemen temizlenerek deliller karartıldı. Hiç bir zaman gerçek bir yargılama gerçekleşmedi. Siyasi cinayetin hala "faili meçhul"!
19 Ocak 2007 de "üç beş çocuk" bir araya gelip vurdular Harant Dink'i ensesinden! Öldürürken yüzüne bakmaya bile cesaret edemediler. Üç beş çocuk "devlet" olup dikildi sonra adaletin karşısına; devletin derinlerinde saklanıyor gerçek katiller.
9 Ocak 1996 tarihinde işkencede dövülerek öldürüldü Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe. Resmi ağızlar duvardan düştü dediler, halk sahip çıktı, duvardan düşmediği, işkencede öldürüldüğü kesinleşti. İşkenceciler polisler az bir ceza aldı. Sorumlular biliniyorlar ama asla mahkemeye çıkartılıp yargılanamadılar!
Bu üç gazetecinin onursuz pusularla ve işkencelerle katledilmesi yurtseverlerin, demokratların, devrimcilerini sosyalistlerin, işçilerin, köylülerin, gençlerin, kadınların, halkın tüm katmanlarının barışçıl ama birleşik demokrasi mücadelesi vermesi gereğini ortaya koymaktadır.
Mücadeleyi büyütmenin ilk adımı; katledilen bu üç basın emekçisinin katlinden hareketle ocak ayı "GAZETECİ CİNAYETLERİNE KARŞI MÜCADELE AYI" olarak ilan edilmeli ve basın şehitleri birlikte anılmalıdır. Ayrı ayrı anmalar güçleri birleştirmemizi zorlaştırmaktadır.
Birlikte yürütülecek barışçıl mücadelelerde buluşmak dileğiyle üç basın emekçisini saygıyla anıyorum. İSMAİL ÖZDEMİR”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.