Hedefteki 12 Eylül Anayasası Değil… Cumhuriyet

AKP, 15. yılına giren iktidarı boyunca dilinden anayasa değişikliğini hiç düşürmedi. Dilden düşürmekle kalmadı her fırsatta da değişiklikler yaptı. Bu girişim ve değişikliklerin hemen hepsindeki gerekçeleri aynı idi: “12 Eylül darbe anayasasını değiştirmek”. Bu uğurda sözde solcuları, “yetmez ama evet” diyen liberalleri kandırabilmek için 2010 yılında yapılan değişiklikler içine anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasını koydular. Böylece 12 Eylül darbecilerinden “hesap” sorulacaktı. Göstermelik yargılamalarda 12 Eylül generalleri yattıkları rahat yataklarından kamera aracılığı ile yargıca sözde ifade verirken bıyık altından gülüp dalgasını geçiyorlardı. Sonuçta darbeciler hesap vermeden bu dünyadan göçüp gittiler.
İşin aslına bakıldığında artık ortada değiştirilecek bir 12 Eylül anayasası da kalmamıştı. Daha önce yapılan girişimlerle 117 madde değiştirilmiş, bazı maddeler etkisiz kılınmış, geri kalanlar ise yapılacak her anayasada bulunması gereken ve asla uygulanmayan yapısal reformlar idi.. Elbette bir de her baskıcı iktidarın işine yarayacak siyasi partiler, seçimler, YÖK ile HSYK düzenlemeleri idi. HSYK ile ilgili düzenlemeler her değiştiğinde daha da geriye giderek hukuk sistemi tam olarak iktidarın emrine veriliyordu.
Gerçekte AKP ve siyasal geçmişi, hiçbir dönmede 12 Eylül anayasasına karşı olmadı. 12 Eylül anayasasının hazırlanışı sırasında bu geleneğin hiçbir karşı çıkışını anımsamıyoruz. AKP sözcülerinin idol olarak kabul ettiği Turgut Özal bu anayasadan en çok yararlanan ve bu anayasa ile cumhuriyete darbeler indiren siyasi aktör oldu. ANAP döneminin önemli siyasileri olan Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Korkut Özal, Melih Gökçek gibi siyasiler AKP içinde de etkin rol aldılar.
12 Eylül anayasasına cepheden karşı çıkarak yüzde 8.63 ile tam 1.626.931 hayır oyu verenlerin ezici çoğunluğu devrimcilerdi. “Hayır” kampanyasını açıkça yürütmeye cesaret edenler hapse atıldı, yargılandı. Bugünün AKP’lileri o dönemde genç birer siyasi idiler. Ağabeylerinin ve onların herhangi bir karşı çıkışlarını göremedik. Zira o günün şartlarında laik cumhuriyete darbe indirebilecek en elverişli anayasa 12 Eylül anayasası idi.
Bu siyasal akımın en başından beri karşı çıktığı, cumhuriyet rejiminin temel koşulu laiklik, gerçek demokrasi, özgürlükler ve bilimsel düşünce idi. Daha Ulusal Kurtuluş Savaşı aşamasında çıkarılan Aznavur isyanlarının önderleri, İskilipli Atıflar, Şeyh Saitler, sonraları Menemen ayaklanıcısı Derviş Mehmetler, Dersim isyancısı Seyit Rızalar, Saidi Nursiler bu siyasal akımın önderleri idi. Bunu her fırsatta açıkça dile getirdiler. Bazılarının heykelini dikerlerken Atatürk heykelleri kaldırıldı.
Bu siyasal akım, aslında kendini bir anayasa ile de sınırlamak istemiyor. Abdülhamit hayranlıklarının ardında yatan gerçek de budur. Bütün dünyada adına Monarşi dediğimiz yönetim biçimine Osmanlı Devletinde Meşrutiyet İdaresi (Şartlı Yönetim) dendi. Çünkü her şey Sultan 2. Abdülhamit’in şartlarına bağlanmıştı.
1876 anayasası olarak da bilinen Kanuni Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan Sultan, Sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller (bakanlar) üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, savaş ve barış yapma, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti.
TBMM’de görüşülmekte olan ve “başkanlık anayasası” olarak bilinen değişiklikler ile yukarıda anımsattığımız 1876 anayasasının Padişaha verdiği yetkiler arasındaki benzerlikler gerçekten de çarpıcıdır. “Gerici” damgalamasına kızanlar şimdi ülkeyi 1876’lara, yani 140 yıl geriye götürmeye çabalıyorlar. AKP’ye oy verenler dahil, hiçbir Türk vatandaşı 140 yıl geriye dönmeye razı gelmeyecektir.
Türk halkı Mustafa Kemal Atatürk’ün bize armağanı olan cumhuriyeti ve özgürlüklerini özümsemiştir ve kazanımlarından asla vazgeçmeyecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.