Hayır zararsız, evet belirsiz

“Bu yanlıştan dönülmesini bekliyorum” 
Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında yayımlanan 686 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu 8 Şubat 2017 günü yaptığı bir açıklamada, “Ömrüm darbelere karşı, cemaatlere karşı mücadeleyle geçti. Bütün yazdıklarım, konuştuklarım hepsi hukuk ve hukuk devleti için, demokrasi ve insan hakları için oldu. Bu yapılan yanlıştır, ayıptır. Bu yanlıştan dönülmesini bekliyorum” demişti.
Bu sözü söyledikten bir hafta sonra da üniversiteden ayrılmıştı. Olanların üzerinden bir ay geçti, yanlıştan dönen yok.
Yanlıştan dönülmesini beklemenin de bir mantığı yok.
Çünkü ortada yanlışlıkla yapılmış bir ihraç yok…
****
Bursa 15. Kitap Fuarı’nın birbirinden kıymetli konuklarından biriydi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu.
Kaboğlu, Ercan Karakaş’ın kolaylaştırıcılığında, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Yücel ile birlikte “Anayasa Değişikliği ve Referandum” üzerine konuşacaktı.
Söyleşinin yapılacağı salonda oturacak sandalye kalmamıştı. Yaşlısı genci, kadını çocuğu bu söyleşiyi dinlemek için bekliyorlardı.

İbrahim Kaboğlu Balıkesir’deki bir toplantıya katılmıştı ve oradan yola çıkmış geliyordu. Birkaç dakikalık bir gecikmeyle adeta koşarak yetişti bu buluşmaya. Salona girdiğinde nefes nefeseydi.
Ercan Karakaş, ardından da Bülent Yücel kısa birer konuşma ile referandumun ülkeye yaşatacağı derin darbeleri ve yapılmak istenen değişikliğin ne kadar gerekip gerekmediğini anlattılar.
Bu referandumda “Hayır” demenin kimseye bir zararı yoktu, lakin “Evet” kendi içinde sinsi tehlikeler barındırıyordu. Cumhurbaşkanının en basit insanî bir suçtan dahi yargılanabilmesi için gereken şartlar en ağırından uygulanıyordu.

Anlayan beri gelsin!
“Bizim görevimiz anayasal bilgilenme hakkını sağlamak” diyerek konuşmasına başladı Kaboğlu. “Evet ya da Hayır demek sizin sorumluluğunuzda, buna ben karar veremem. Çünkü siz reşit, eğitimli ve olgun insanlarsınız” dedi. (Eğitimli ve olgun insanların Türkiye’deki oranına kaydı aklım.)
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda değişiklik yapılmasına dair (A4 kağıdında 6 sayfa tutan) 6771 sayılı kanunu anlamadık diye sakın kendinizden şüphelenmeyin; çünkü, vasat bir zekâya sahip olan bir insan olarak ben de okuduğum zaman tam olarak anlamıyorum” diyerek yüreklere su serpti. (Bu maddeleri tek tek yazanlar neyi ne kadar anladı, ya da yazılanlar hep bir deliği yamamak için mi yazıldı acaba? Arka sokakların loşluğundan dolayı mı seçemiyoruz bu yazılanları?)

Peki bu metin nasıl ortaya çıktı?
21 Ocak günü oylanan bu metin öncesi durum neydi onu anlatıyor önce Kaboğlu. “10 Aralık 2016’da Başbakan tarafından Meclis Başkanlığına sunulan 21 maddelik metnin Anayasa Komisyonunda sadece 3 maddesi azaltıldı ve 18 madde Genel Kurul’a giderek aynen kabul edildi.”
“Bizim Anayasa Hukuku tarihimiz kayda değer bir birikimi barındırır. 82 anayasasındaki sapmalar 87’den itibaren aşılmaya çalışıldı. Zamanında Kenan Evren de bu çalışmalar esnasında ‘Ortam ve koşullar bu metnin ortaya çıkmasına sebep oldu. Şartlar değiştikçe bu yasalar da değişebilir’ demişti.” (Netekim 87’den 2010’lara kadar sürekli değiştirildi.)
“Bugün elimizdeki anayasa artık 1982 anayasası değildir. En büyük değişiklikler 1991 ve 2001’de koalisyon hükümetleri zamanında yapıldı. Tek parti zamanında yapılan değişiklikler en çatışmacı değişiklikleri beraberinde getirdi. İçerik açısından uzlaşılması en zor olan 2010 anayasa değişikliği gibi mesela. Son 10-15 yılda hep sivil anayasa yapıldı. Yazılan metinler belirli bir siyasal partiye ait değildi. Anayasa çalışmaları Barolar Birliği’nden, TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, HAK İŞ’ten DİSK’e kadar geniş bir yelpaze oluşturan kurumlar tarafından yapıldı. Bu anayasa çalışmalarının ortak paydası: ‘Özgürlükler alanı genişletilsin, yargı güvencesi arttırılsın, rejim demokratikleştirilsin, % 10 baraj kaldırılsın, merkezi yetkiler çevreye doğru kaydırılsın’ idi.”

Neden ikna edemiyorlar?
“3 Şubat’ta Balıkesir’de yapacağım toplantı 3 Mart’ta iptal edildi. Oysa ben ‘Hayır deyin’ demeyecektim. İnsanları sadece anayasal bakımdan bilgilendirecektim. Neden korktular? Neden hayır diyenleri terörist ilan ettiler. Neden devletin tüm imkanları ile evet için çalıştıkları halde bir türlü istedikleri orana erişemiyorlar.”

Çünkü tabanın böyle bir beklentisi yok!
“Çünkü insanlar bu değişikliğin neden bu kadar oldu bittiye getirilmek istendiğini, bu değişikliğin ne için gerektiğini, toplumun bu kaosun içine niçin sürüklendiğini sorguluyorlar. Burada çok ciddi bir taban ve tavan ayrışması var.”

Tüm birikimler bir anda silinir mi?
“Hiçbir ülke yıllar boyu edindiği kazanımları bir anda alt üst edip yeni bir anayasal düzen kurmaz. Ve hiçbir ülke bu kadar büyük bir değişiklik yaparken konunun uzmanları olan anayasacıları konunun dışında tutmaz.” (Loş ışıklar demiş miydim?)

“Çocuklar, sizin için konuşuyorum”
İbrahim Kaboğlu’nu dinleyen çocuklar bir ara sıkılınca böyle seslendi onlara Kaboğlu. “İyi ki geldiler, iyi ki getirdiniz onları” dedi ebeveynlerine. “Çocuklar beni dinleyin, sizin için, sizin ve sonraki kuşakların geleceği için konuşuyorum” dedi sonra da.

“Çıplak bilgiye ihtiyacımız var”
Bu metinde yazan ve yapılmak istenen değişiklikler (ülkenin düzenlenmesi, çevresel koşullar, doğal zenginlikler, hak ve özgürlükler alanı) anayasal haklara tamamen kapalı. ‘Yasama-Yürütme-Yargı’dan oluşan devlet örgütlenmesi sadece yürütme çerçevesinde yeniden yapılandırılıyor. Yapılan bu yeni yapılandırmada Osmanlı’dan bu yana başlayan ‘Bakanlar Kurulu’ olarak adlandırdığımız hükümet lağvediliyor. Cumhurbaşkanlığı lağvediliyor. Tüm yetkiler bir (1) kişiye veriliyor. Ve bu kişiye yeni yürütme yetkileri veriliyor. Bu yeni yürütme yetkilerinin neler olacağına bu kişi karar veriyor. Tüm kurumların kullandığı yetkiler tek bir kişi tarafından kullanılıyor.

Bildiğiniz gibi değil
“TBMM üye sayısı arttırılıyor. Lakin görev ve yetkileri, özellikle de yürütmeyi denetleme yetkisi % 75 oranında azaltılıyor. (Neden?) Yasama yetkisi sadece bir satırla geçiştiriliyor. Hukuk devletinde kuralı koyan, uygulayan ve denetleyen birbirinden farklı organlardır. Bu uygulamada ise yasama yetkisinin çok büyük bir kısmı (anayasanın doğrudan hükümleri ile) tek kişiye geçiriliyor. Tüm atamalar Cumhurbaşkanı ile Meclis arasında paylaşılmış görünüyor. Bundan öte, olağanüstü bir halde Cumhurbaşkanı’na tek başına OHAL ilan edebilme ve KHK düzenleyebilme yetkisi veriyor. Bunlar için Meclis’in Cumhurbaşkanı’na yetki vermesine gerek kalmıyor. Cumhurbaşkanı parti başkanı da olmasına ve Meclis’te kendi partisinden vekiller çoğunlukta olmasına rağmen onları devre dışı bırakıyor. (Neden?)”

Bu kanunları kim yazacak?
“Bu kanunları Cumhurbaşkanı tek başına yazamayacağına göre bürokratlara yazdıracak demektir. Bürokratik oligarşi eleştirilip seçilmişler kutsanırken bu kez de bürokrasi imparatorluğu yaratılmayacak mı?”

Değişen ne?
“AK Parti sistemi değişirdim diyor, CHP rejim değiştirdin diyor. Aslında her ikisi de değiştiriliyor. Rejim ve sistem kaldırılıyor, peki ya yerine ne konuluyor? Kimse bu tartışmaya girmiyor. Keşke burada da farklı düşünenler çoğunlukta olsaydı da onlarla bunları konuşsaydık. Ancak gelmiyorlar. Çünkü bu konuları tartışmak gerekir. Tartışabilmek için de bilgi gerekir.”

Görev-Yetki-Sorumluluk
“Bir organa görev verdiğinizde yetki de vermek zorundasınız. Yetki verdiğiniz zaman o organı sorumlu kılmak zorundasınız. Ki yetkisini kötüye kullanamasın. Burada görev çok var, yetki çok var ama sorumluluk yok.”

Denge ve Denetim
“Denge ve denetimi sağlayacak Anayasa Mahkemesi’nin iki yıl sonra iptal edildiğini var sayarsak, denge ve denetim de ortadan kalkmış olur. ‘Kişi seçmen önünde hesap verir’ demek bir sorumluluk değildir. Cezai sorumluluk var, siyasal sorumluluk var, hukuki sorumluluk var. Siyasal sorumluluk sıfırlanıp, cezai sorumluluk zorlaştırıldığında, geriye kalan hukuki sorumluluk da kendisine bağlı hakim ve savcılara bırakıldığında, ortada cumhurbaşkanını denetleyecek hiçbir güç kalmamış oluyor.”

Erkler ayrılığı – Normlar Hiyerarşisi
“Yasama-Yargı-Yürütme erkler ayrılığıdır. Yargı bağımsız, yasama ve yürütme arasındaki ilişkiler karşılıklı bağımlılık ilkesine tabiyse rejim parlamenter rejimdir. Yasama ve ve yürütme arasındaki ilişkiler karşılıklı bağımsızlık ilkesini yansıtıyorsa bu rejim başkanlık rejimidir. (Amerikan sisteminde olduğu gibi) Bizde bu üç kelimeden ikisi var. Bir kişi bağımsız, yasama ve yargı ona bağımlı, lakin karşılıklılık yok. O nedenle bu kurulan düzen parlamenter meclisi hükümeti, yarı başkanlık ve başkanlık rejimlerinin hiçbirine girmiyor. Normlar hiyerarşisi tümden değiştirildi. Tüzük artık yok.”

Evet çıkarsa
“16 Nisan’da evet çıkarsa 1876’dan 2006’ya kadar Türkiye’de oluşan anayasal ve siyasal düzeni tamamen kaldırmış olacağız. Yerine getirilen siyasal rejimi demokratik hukuk devleti içerisinde sınıflandırmak çok zor olacaktır. Bazılarına göre bu rejim otoriter, bazılarına göre de totaliter bir rejim olacak. Benim tercihim ise tabii ki demokrasiden yana. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum”

“Halk Oylaması / Türkiye’nin Geleceği Paneli”
İbrahim Kaboğlu Kitap Fuarındaki konuşmasının ardından aynı günün akşamı saat 20:00’de bir toplantıya daha katıldı. DİSK Bursa Bölge Temsilciliği, KESK Bursa Şubeler Platformu, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu, Bursa Tabip Odası ve Bursa Barosu tarafından gerçekleştirilen “Halk Oylaması / Türkiye’nin Geleceği Paneli” BAOB Oditoryumunda yapıldı. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Av. Ertuğrul Yalçınbayır’ın konuşmacı olarak katıldığı panelin kolaylaştırıcısı Bursa Milletvekili Anayasa Komisyonu Üyesi Av. Nurhayat Altaca Kayışoğlu idi.
Panelin açılışını yapan MMO Bursa Şube Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Mart, umutları büyütmek için bir arada olmanın önemine vurgu yaptı ve tüm katılımcılara teşekkürlerini sundu.

“Türkiye iki dudak demokrasisinden kurtulmak zorundadır”
Anayasa Komisyonu Eski Başkanı ve 58. Dönem Milletvekili Avukat Ertuğrul Yalçınbayır yaptığı etkili konuşmasında, “Türkiye iki dudak demokrasisinden kurtulmak zorundadır. Biz ne anamızın, ne babamızın, ne patronumuzun, ne de liderimizin iki dudağı arasına giremeyiz. Süreç demokrasi sürecidir. Süreç kötülükleri iyilikle ortadan kaldırmak, kötülüğü elimizin tersi ile itmek ve mücadele etmek sürecidir.” dedi.

Yalçınbayır’ın ardından konuşan Kaboğlu, Kitap Fuarı’nda söylediklerine ek olarak, “Bu yalnızca Cumhuriyet tarihinin değil, Osmanlı modernleşmesinin de en büyük sınav günüdür. Her iki sonuçta da ülke olarak en büyük sınavı vermiş olacağız. Bu metin, 1876’dan 1982’ye kadar yapılan bütün anayasal gelişmeleri ve değişimleri alt üst etmeye müsait bir metindir.” dedi.

“Günah keçisi anayasa mıdır?”
İ.K.: “Tüm toplumsal sorunların suçlusu Anayasa’dır. Bunun tersi olarak düşünülen ise anayasa bütün sorunları çözebilecek bir metindir. Buna da Anayasa fetişizmi denir ki, her ikisi de yanlıştır. 15 Temmuz’un sorumlusu Anayasa mıdır? Yoksa Anayasa’nın hükümlerinin sürekli olarak ihlal edilmesi midir? Bunun darbe teşebbüsü ile bir ilişkisi yok, tam tersine anayasanın sürekli ihlal edilmesi nedeniyle ülke 15 Temmuz darbe ortamına sürüklendi. Şimdi yargı zamanı değil, demokrasi zamanıdır. En büyük fren, 16 Nisan’daki demokrasi freni olacaktır. Bu metin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki kırılmanın benzeri değil, çok daha büyük tersi yönde bir kırılma yaratacak bir metindir.”

“Müsterih olun”
Bursa Milletvekili Av. Nurhayat Altaca Kayışoğlu, SEÇSİS sistemine güvensizlikle ilgili yoğun endişelerle karşılaştıklarını söyleyerek, kendi kurdukları bir sistem olduğunu söyledi ve insanları bu konuda müsterih olmaya davet etti.
****
Uzun uzun dinlediğim bu konuşmaların ardından bir kez daha gördüm ki aklıselim taraf somut verilere dayanarak ve gülümseyerek konuşuyordu. Kendi yaptığının ne olduğunu ya da nelere mal olacağını bilmeyen taraf ise hâlâ insanların dinî ve hissî duyguları gıdıklıyarak yol almaya çalışıyordu.
Tartışmalardan kaçınıp, açık açık konuşmak isteyenin üzerine bıçakla satırla saldırıyordu. Saldırganlar zannediyorlardı ki bu bir parti seçimi ve zannediyorlardı ki hayır çıkarsa seçimi kaybettiler.
Oysa bu “sen ben” meselesi değildi ki, bu gelecek meselesiydi, bu ülke meselesiydi, bu demokrasi ve özgürlükler meselesiydi. Bu tüm uzmanların üzerinde uzun uzun konuşacağı, tartışacağı, her türlü sese kulak verip her türlü faydanın sağlanacağı bir yapılanma idi.
****
Ebeveyninden olmayacak bir iş izni kopartmak için hararetli bir olay anını fırsat kollar ya hani çocuklar. Ya sen telefonda konuşuyor iken sorar o soruyu, ya işin başından aşmışken, ya keyfin ziyadesiyle yerindeyken ya da bir çıkmazın ortasındayken…
Çabucak sorar bir çırpıda, anlamazsın, ketenpereye getirir seni ve çabucak alır o alınmayacak izni.
Tam olarak anlatmadan, konuşmadan, ikna etmeden, düşünmene fırsat vermeden.
Bir bakarsın kaçmış gitmiş.
Sonra da başını derde sokmuş. Belki de canından olmuş…
Heyhat…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.