Hayat Bayram Olsa…

Her yıl coşku ile kutlamaya alışık olduğumuz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, verilen şehitlerin gölgesinde sessizce kutlandı bu yıl.
Dünyaca tanınan ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Fahir Atakoğlu, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için ABD’den Bursa’ya, ve dahi Nilüfer’e gelerek İstanbul Filarmoni Orkestrası ile hepimizi mest eden bir konser verdi.
Konser öncesinde Nilüfer Belediyesi tarafından düzenlenen basın toplantısında Atakoğlu’nu dinledim, fikriyatının enginliğine ve ruhunun dinginliğine hayran kaldım.
Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in “Hoş geldin” konuşmasının ardından sohbet tadında bir konuşma yapan Atakoğlu, Nilüfer Belediyesi’nin müziğe ve sanata yaptığı katkılardan dolayı gurur duyduğunu belirterek başladı sözlerine.

Sohbetinden bazı pasajlar paylaşmak isterim sizlerle.
Atakoğlu, kariyerinde Türkiye’nin yakın tarihini yazmak şansına sahip olduğunu, belgesellerde olsun, filmlerde olsun müziği ile yer almasının kendisini gururlandırdığını, halkın da kendisini bağrına bastığını ifade etti. Böyle şanslı bir müzisyen olduğu için her zaman şükrettiğini sözlerine ekledi.
Günümüz sıkıntılarında sanatın yerine değinirken, “Zor günlerde sanata daha çok sarılmamız lazım. Müzik sadece eğlence değildir. Müzik sanatçının kendini ifade edebilme şeklidir. Böyle zamanlarda sanatı susturmak sanatçının kendini ifade etme gücünü elinden almaktır.” dedi.
Cumhuriyet kutlamalarına düşen tedirginlik gölgesi için, “Yine coşkuyla kutlayıp, yine hiçbir şeyden korkmayalım. Biz büyük bir ülkeyiz. Korkacak bir ülke değiliz. Sanatımızı ve hayatımızı sürdürmemiz gerek. Terörün en büyük amacı bizim normal hayatımızı sürdürmemizi engellemektir.” diyerek sanatın birleştiriciliğine dikkat çekti.
Başkan Bozbey’in “Dışarıdan Türk sanatı nasıl görünüyor?” sorusunu, bir sanatçı olarak kendisinin ABD’de 50 etkili Türk’ten biri seçildiğini söyleyerek cevaplayan Atakoğlu, “Dünyaya etkin Türk insanları var. Sanat olarak da başarılı insanlarımız var. Bunun daha güçlenmesi için daha huzurlu ve istikrarlı bir ortam olması lazım. Düşünenin, yazanın, çizenin hapse atılmaması lazım.” dedi.
Eserleri arasında ayrım yapmanın zor olduğunu lakin en çok övündüğü eserinin Sarı Zeybek olduğunu, Atatürk’le doğmuş büyümüş bir insan olarak Atatürk’ün her ölüm yıl dönümünde eserinin çalınıyor olmasının kendisi için çok büyük mutluluk olduğunu söyledi.
Türkiye ile dünya müziğini kıyaslamasının istendiği bir soruya, Türk insanın ‘monofoni’ye(tek sesliliğe) doğduğunu, dünya insanının ise ‘polifoni’ye(çoksesliliğe) doğduğunu, lakin coğrafya olarak yine de şanslı olduğumuzu, çünkü bizim hem doğuyu, hem batıyı bildiğimizi söyleyerek cevap verdi.
Ülkenin müziğinin doğru anlamda gelişmesinin önündeki esas engelin endüstri olduğunu, sistemin yeni bir şeyler üretmek yerine olanı devşirerek satmayı tercih ettiğini belirtti.

“Daha fazla satmak her şeyin başı olmuş” diyor Atakoğlu…
“Dünyada ya da ülkemizde müziğimiz şöyle ya da böyle konuşuluyorsa, yaptığımız işlerden dolayı değil yapamadığımız işlerden dolayı konuşuluyor. Keşke ne güzel işler yapıyorlar diye baksalar.” diyor.
Atakoğlu tüm sohbet boyunca sanatçının özgür bırakılmasının altını özellikle çizdi. Yapılan çalışmaların takdirinin kararını dinleyicilere bırakmayı tercih ettiğini söyledi.
Burada da görsel ve basılı medyaya çok iş düştüğünü, hak edene hakkını teslim ederek ‘çok satan’ ile ‘gerçek sanat’ı ayırt etmeleri gerektiğini söyledi.
“Atatürk ve Cumhuriyet denince ilk akla gelen müzisyen olarak ve Cumhuriyetimiz de 92. yılında iken niçin hala 10. yıl marşının üzerine çıkan bir marş yok, 100. Yıl Marşını bestelemeyi düşünmez misiniz?” sorusunu, “Çok isterim” diyerek cevapladı ve bu konuda bir yarışma düzenlenmesini önerdi.
Keyifli geçen sohbetin sonunda bir Başkan Bozbey klasiği olan ‘selfie’mizi de yaptık.
Sohbet boyunca zihnimde her notasına aşık olduğum Lâl parçası dönüp duruyordu. Acaba konserde Lâl’e de yer var mıydı?
Sordum tabii ayak üzeri.
Varmış.
“O zaman,” dedim, “bu gece Lâl benim”…

Konserden notlar:
Yürüyüş için Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nda buluşup konserin yapılacağı alana yürüdük hep birlikte. Konser alanına ilk girenlerden birisi olarak sahneyi rahat görebileceğim bir yer buldum kendime.
Hastane Alanı’ndaki tören, Nilüfer Belediyesi Çocuk Meclisi Başkanı olan 12 yaşındaki Kayra Smyrna Kaymaz’ın sunuculuğunda başladı.
Ardından, ilk Kadın Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın Nilüferliler- Bursalılar için hazırladığı Cumhuriyet Manifestosu gösterimi yapıldı. Çığ’ın Nilüferliler’e özel olarak verdiği Cumhuriyet mesajı izlendi. Mesajında Atatürk’ün devrimlerinin önemine dikkat çeken Çığ, “Devrimlerin temeli kadının erkeğin el ele ileriye bakmasıdır. Atatürk, devrimin sesinin sözünün sanatla olacağını söylemiştir” dedi. Çığ, Cumhuriyet yürüyüşüne katılanlara da “Nilüfer halkına büyük minnet duyuyorum, Cumhuriyet’e böylesine sahip çıktıkları için” diyerek duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Muazzez İlmiye Çığ’ın mesajının izlenmesinin ardından Mustafa Bozbey eşi Seden Bozbey ile birlikte sahneye çıkarak Cumhuriyet Bayramı konuşmasını yaptı. Başkan Bozbey’in konuşması işaret diline de çevrildi.
Daha sonra heyecanla beklenen an geldi ve Fahir Atakoğlu ile İstanbul Filarmoni Orkestrası sahnede yerlerini aldılar.
Şef Hakan Aksoy yönetimindeki orkestra eşliğinde sahneye çıkan Fahir Atakoğlu geçti piyanosunun başına, dokundu tuşlara.
Ondan sonrası tam bir trans hali.
Bedeninin her zerresinden müzik taşan adam çaldı, biz dinledik.
Parça aralarında ettiği kısa sohbetler ile izleyicilerin kalbine girdiğini izledik.
Bir ara Dilek Türkan sesiyle eşlik etti kendisine, bir ara Meyra.
Konser, sabırsızlıkla beklediğim ve Sertap Erener’den dinlemeye alışkın olduğumuz Lâl parçasının Meyra tarafından seslendirilmesiyle nihayetlendi.
Havanın soğuğuna rağmen konser alanını terk etmeyen insanlarla birlikte müziğe doymuş bir halde dağıldık evlerimize.
Fahir Atakoğlu’nun önce sohbetini, sonra da müziğini dinlemiş olmanın hazzıyla dolmuştum. Bir yandan da Nilüferliler’i böyle sanatçılarla buluşturan belediyemiz ile gururluydum.
****
Başkan Bozbey’e basın toplantısında yürüyüş ve güvenlik hakkında sorduğum soru karşılığını bulmuş, yürüyüş vukuatsız tamamlanmış, “Cumhuriyet” korkmamıştı.
Nice yaşlara Türkiyem…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.