Hani Yunanistan olacaktık?

Türkiye, son 45 yılını AB üyesi olma hülyaları ile geçirdi. Gazeteler ve TV kanalları beyin yıkayarak AB üyeliğini her sorunu çözen sihirli değnek olarak gösterdi.
Bir anda bir kaç yüzyıl birden atlayacak, “adam” olacaktık. Atatürk sonrası toplum olarak itildiğimiz aşağılık duygusu ile kendimizi ikinci sınıf insanlar ülkesi olarak görüyor, bu durumdan kurtulmak için Batılıların vereceği akıl ile “ilerleyecektik”(!) Bunun için taassuptan kurtulmaya, üretmeye, eğitimli olmaya gerek yoktu. Vizeler kalksa, ulusça Avrupa yollarına düşüp en pis, en ağır işlerini yapsak, insani koşullardan uzak yaşama bahasına biriktirdiğimiz paraları yine orada harcayıp onların ürünleri ile yurda dönsek kalkınmış olacaktık.
Avrupa rüyası Yunanistan’ın AB üyesi olduğu 1981 yılından itibaren daha da depreşti. “Nasıl olurdu da ezeli rakibimiz Yunanistan, AB üyesi olurken biz dışarıda kalırdık?” 12 Eylül sonrası dönem, içinde bulunduğumuz durumu sorgulamak yerine AB konusunda Yunanistan kompleksleri içinde geçti.
Özal ve sonrasında iş başına gelen bütün iktidarlar bu yoldan yürüdüler. Erbakan ve takipçileri “sizi gidi batı taklitçileri” sözünü yalayıp yuttular.
1990’lı yıllarda anlamsız bir Gümrük Birliği tartışması başlatıldı. Yerli sanayici gümrük duvarlarının arkasına saklanarak uyduruk mallar “tenekeden otomobiller” üretmekle suçlandı. Oysa yoksul halkımız o “tenekeden” otomobillere binebiliyor, üstelik “tenekeden” otomobiller yaklaşık yüzde 87 oranında yerli parçadan üretiliyordu. Zenginlerimiz o dönemde de lüks ithal otomobillere binebiliyordu. (Şimdi daha çok otomobil ithal ediyor, yerli otolarda çok daha az yerli parça kullanıyor, halkımız yine tenekeden otomobillere daha çok ödüyor, üstüne üstlük 30 yaşındaki “tenekeden” otomobiller kırsal kesimlerde kapış kapış gidiyor)
Türkiye 1990’lı yıllarda ülkesinde olup biten kanlı olaylara ve gericiliğe dikkatini çevirieceğine Gümrük Birliği tartışmaları yaptı. Öyle ki o dönemde iktidar ortağı olan ve Atatürk’ün partisi olmakla övünen CHP, sırf Gümrük Birliği protokolünü imzalayan parti “şerefini” kimseye bırakmamak uğruna Dışişleri Bakanlığını almayı koşul olarak ileri sürdü. Hem Murat karayalçın, hem de Deniz Baykal bu yoldan geçti ve sonunda Türkiye büyük törenlerle Gümrük Birliği anlaşmasını imzaladı. Gümrük Birliği anlaşması 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi.
Ülkemiz ne yazık ki üyesi olmadığı AB ile Gümrük Birliği anlaşması imzalayan tek ülke idi. Gümrüklerimiz bir anda sıfırlandı. Çarşılar uyduruk ithal ürünler ile doldu. Her tarafta milyoncu mağazaları açıldı. İşe yaramaz ürünler kapış kapış satılıyordu.
Bu sürece karşı çıkıp getireceği felaketleri anlatanlar “vatan haini” derecesinde suçlandılar. Değerli ekonomist ve siyasetçi Prof. Dr. Erol Manisalı kolayca okunacak ve anlaşılabilecek kitapçıklar yazsa da kimse dinlemedi. Erol Manisalı bu büyük “suçunun” bedelini “Ergenekon” davası sanığı olarak hapis yatarak ve sağlığını kaybederek ödedi.
Gümrük Birliği sürecinde ve AKP dönemindeki AB üyeliğine giriş sürecinde Türk halkına en çok verilen örnek Yunanistan’ın AB üyesi olduktan sonra nasıl kalkınıp zenginleştiği idi. Oysa Yunanistan AB üyesi olduğu tarihten itibaren tam bir ekonomik çöküşe girmiş, zaten olmayan sanayi tesisleri tam bir yıkıma uğramıştı. Yunanistan turizm ve hizmet sektörü ile borçlandırılmak sureti ile ayakta tutulacaktı. Zaten Yunanistan’ın adı Avrupa ülkelerinde “garsonlar ülkesi” idi. Bizde de Necmettin Erbakan’ın “garson devlet” sloganı hayata geçirilecekti. Tek farkla ki Türkiye vatandaşları ve bütün ekonomisi ile Batı’nın garsonu, hizmetkarı olacaktı.
Yunanistan, AB için Türkiye’ye örnek gösterildiği dönemde zaten çökmüş durumda idi. Yatırımlar için AB fonlarından krediler geliyor, bu yatırımlardan Yunanistan tarafından karşılanması gereken miktar, yatırım maliyetleri yüksek gösterilerek geçiştiriliyordu.
Bu yıllarda Yunanistan’da gelişmekte olan tekstil sektörü de çökertildi. İstanbul, Bursa, Denizli ve Gaziantep’ten tekstilciler Yunanistan’ın eskimiş dokuma tezgahlarını almak için sıraya girmişlerdi. Yunanistan hurdalarını bize sattı. Ama tekstil sektörü bir daha ayağa kalkamadı. Vur patlasın,çal oynasın dönemi çabuk sona erdi. Borçların ödenme sırası gelip alacaklılar kapıya dayandığında ise Yunanistan’da sol iktidara gelmiş ya da getirilmişti.
(AB’ye giriş tartışmalarının yaşandığı dönemde yine bize örnek gösterilen İspanya ve Portekiz’in de yaklaşık Yunanistan durumunda olduğu da unutulmamalıdır.)
Şimdi Yunanistan’daki sol iktidar iflasını ilan etmek üzere. Ya radikal bir karar ile alacaklılara kapıyı gösterecek. Ya da her şeyiyle teslim olacak. Bu kararı alırken Yunan halkının oyuna başvurulacak.
Bütün bunlar elbette Yunan halkının sorunu. Ancak nedense bizim siyasetçiler Yunanistan konusunda tam bir suskunluğa büründü. “Gümrük Birliği üyesi olursak Yunanistan gibi kalkınacağız” diyen ve Dışişleri Bakanlığı yapmış CHP Genel Başkanları suskun. Yunanistan olmayı hedef gösterip adalarını Yunanistan’a kaptıran, AB adaylık başvurusu kabul edilince gündüz vakti havai fişek gösterisi yapan AKP yöneticileri de suskun. (Türkiye AKP döneminde 152 adasını Yunanistan’a kaptırırken bu ülke borçtan kurtulmak için kendi adalarını satışa çıkarttı).
Ne dersiniz? Yunanistan olalım mı?
AB rüyası son bulunca işsiz kalıp rüşvet işleriyle uğraşan AB Bakanının bu soruya bir yanıtı var mıdır?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.