Hah hah hah hah hah hah haaa

Geçtiğimiz mart ayında yaşam koçluğu ve doğru nefes almak üzerine ettiğimiz sohbette tanıştığımız Mehtap Hersek Akkoyunlu, Gamze Balçak Çelikcan ve Merve Kılıç ile gelecekte yapacakları etkinliklerde buluşmak üzere sözleşmiştik.

Kahkaha üzerine bir etkinlik düzenlediklerini ve benim de katılmamı istediklerini söylediklerinde, “gülmek ile ilgili hiçbir sıkıntım yok ama fazladan da olsa gülmek iyidir” diyerek katıldım etkinliğe.
Etkinlik; Elele Gelişim Atölyesi, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş Adamları Derneği (DOSABSİAD) ve Merve Kılıç Danışmanlık iş birliğiyle DOSABSİAD binasında “Yönetici Geliştirme Programı ve Kahkaha Terapisi” idi.
“İnsanı 360 derece tanımalı”
Önce “Yönetici Geliştirme Programı”üzerine Hamdi Özçelikel bir sunum yaptı.
Yıllarca insan kaynakları yöneticiliği yapan Özçelikel kendini tanıttı önce. Japon Yönetim Sistemleri, Kaizen, 5-S, TPM gibi yönetim teknikleri konusunda çalışmaları vardı ve zaman yönetimini bir yaşam biçimi haline getirmişti.
Türkiye’nin muzdarip olduğu aile şirketlerinin ikinci ya da üçüncü kuşaklara aktarılamamasının sebeplerini anlattı detaylıca.
Babalar işi kurar, her şeyi babalar bilir, iş büyüdükçe içinden çıkamaz hale gelir, yanına destek alırken “bacanak, kayınço, yeğen” güvenilir adam üçlemesinden esinlenir, onların güvenilirlikleri ise keselerinin boşluğu ile belirlenir.
Her şeye hakim olup işine kimseyi karıştırmayan baba, onca yıl içinde şirketi emanet edebilecek bir yönetici yetiştirmeyi akıl etmediğinden, kendisinin kenara çekilme vakti geldiğinde oğul ya da torun işin başına geçer ve şirket ilk keskin virajda ya ağaca toslar ya da uçurumdan aşağıya patlar.
Şirketi devralan çocukların işi de zor elbet. O kadar çok cephede savaşacaklar ki…
Üstelik cephaneleri kıt. Savaş alanı ise kıran kırana çarpışmalarla dolu.
Pazar ve rakipler, yenilikler, müşteri beklentileri, kalite, maliyet baskısı, riskler, belirsizlikler…
Bu konudaki yazıyı hatırlayın. Ne demiştik, “Aile çökerse şirket çöker”
Tam da bunlardı Özçelikel’in dedikleri.
Sadece aile şirketleri değildi bugünkü konu. Bir şirketi iyi yönetebilmek için yöneticilerin neler yapması gerektiğini de anlattı uzun uzun.
İnsanların ümitsizlik ve yakınmayı bir kenara bırakıp neyi ne kadar yapabildiklerine odaklanmaları gerekiyordu. Hatta bazen hadlerini bilmemeleri(!) gerekiyordu.
“İşine yaramayanı at yenisini al” mantığının yerine “İşine yaramayanı işine yarar hale getir” mantığı ağır basıyordu.
Fakat şunu da unutmamalıydı: “Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz”dı.
Yönetici de çalışan da önce kendisini tanımalıydı.
Hem herkes CEO olacak diye bir kural mı vardı?
Önemli olan yaptığın işten zevk almak ve bunu layıkıyla yapmaktı.
Başarı çok çalışanın değil, işini doğru yapanın ve doğru işi yapanın yanındaydı.
Bir bütünü oluşturan parçalardan biri olmanın hazzı da bir başkaydı.
Yönetici olmak isteyen ise yönetici olma yolunda doğru adımlar atmalıydı.
Hamdi Özçelikel’in keyifli sunumunun içeriği, İnsan Kaynakları’nın bol grafikli, bol testli, bol sorulu zorlayıcı içeriklere benzemiyordu.
Çünkü o insanı 360 derece tanımaktan yanaydı.
Gülünce gözlerinin içi gülüyor
Gülmekle ilgili o kadar çok şarkımız var ki…
Kahkaha deyince sizin akılınıza da Bayan Kahkaha Güzide Kasacı geliyor mu peki? Kahkaha atarak söylediği bir şarkısı vardı hatırlarsanız: “Benim adım Çalıkuşu”

Etkinliğin Kahkaha bölümünde Kahkaha terapisti ve yoga öğretmeni Ayşen Balıkçılar kahkahanın bir terapi yöntemi olduğunu anlattı. Eskiler de “Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedel” diyerek kahkahanın insan üzerinde en az tokluk kadar büyük bir etki yarattığını söylerlerdi.
Hedeflere kitlenen ve insan olmanın özelliklerinden en güzeli olan gülmeyi unutan bir topluma dönüşünce kahkaha terapisti diye bir meslek doğdu haliyle.
Emekli bir öğretmen olan Ayşen Balıkçılar, kahkaha terapisinin Türkiye’de yeni bir uygulama olduğunu ve bu alanda ülkede 60 terapist bulunduğunu söylüyor.
Sonra da tüm katılımcıları sahneye alarak gevşemelerini sağladı.
Önce hafiften sırıtan katılımcılar, gittikçe önce karşılarındakilerin hallerine, sonra da kendi hallerine gülmeye başladılar. Gülme krizine girenler dahi oldu.
O anda içinizden gelmese de, sahte de olsa gülün diyor Balıkçı. Beyin bu gülmeyi gerçek zannediyormuş. Kandırıyormuşuz beynimizi yani.
Kahkaha en iyi ilaçtır
Yapılan bilimsel araştırmalarda kahkahanın stres seviyesini % 75 azalttığı, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, doğru nefes almayı sağladığı, böylece vücuda daha fazla oksijenin girmesiyle tüm organların sağlıklı çalıştığı, kalbin kuvvetlendiği, kan dolaşımının hızlandığı, solunum yolu şikâyetlerinin azaldığı, depresyon ve panik atakları önlediği, migren, alerji, uykusuzluk,ülser gibi hastalıklarla başa çıkmayı kolaylaştırdığı kanıtlanmış.
Kanserin de korkulu rüyası olan gülümseme için bir slogan bile üretilmiş.
“Bir tebessümle kansere güle güle”
Türkiye’nin ilk onkoloğu olan Prof. Bülent Berkarda der ki;
“Kanserli hasta günde 20 kez sebepsiz de olsa kahkaha atsın, beyin endorfin salgılamaya başlar. Kahkaha stres hormonunun etkilerini azaltır.”
Liderlik yeteneklerini arttırır
Arttırır çünkü gülümseyen bir yüzle çalışmayı kim istemez? Gülümseyen bir  yöneticinin gücü, sürekli asık suratlı, memnuniyetsiz, mutsuz, ne yapsanız takdir etmeyen, şikâyetten başka bir şey bilmeyen bir yöneticinin gücü ile mukayese dahi edilmez.
Genç tutar
Çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir şarkı ile renklendirelim yazımızı; “Neşeli ol ki genç kalasın”
Yani; gençliğin sırrı da gülmekte…
Etkinliği gerçekleştiren ekip hep birlikte poz verirken ben içimden yine klasik sözümü söylüyorum:
“Bulaşıcı olup da güzel olan tek şey ‘GÜLÜMSEME’dir. Hiç acımadan bulaştırın birbirinize…”
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.