Gölgenin adı “SEN”

Edebiyat Kulübü kapsamında kitap okuyorsanız, kitabı daha bir farklı okuyorsunuz.
Kitabın yazıldığı dönemi, kitapta anlatılan dönemi, kitabın yazarının özgeçmişini, kitabın sizde bıraktığı izleri, okurken anladıklarınızı ya da anlamadıklarınızı, kulüp olarak bir araya geldiğinizde bunların hepsini konuşuyorsunuz.
Her okuyanda farklı bir kimliğe bürünen sayfalar arasında kayboluyor, okuduğunuz kitabı iliklerinize kadar yaşıyorsunuz.
Hattâ çok zaman kitaba dönüp bir kez daha göz atıyorsunuz.
Hattâ kitabın filmi çevrilmişse filmini de izliyorsunuz.
Sizi yaşamadığınız günlere götürüyor kitaplar.
Bazen geçmişe, bazen de geleceğe taşıyor…

Okuduğumuz bir kitap üzerine konuşmak böyle.
Ya okumadığımız bir kitap üzerine konuşulanları dinlemek?
O da çok cezbedici…

Le Guin / Yerdeniz 
Aktiffelsefe Kültür Derneği’nde Ursula Kroeber Le Guin’in “Yerdeniz” serisinin felsefi ve psikolojik yönlerinin anlatılacağı seminer, 2008’den bu yana Aktiffelsefe Kültür Derneği’nde gönüllü olarak çeşitli mitoloji, edebiyat, psikoloji ve felsefe konularında araştırmalar yapan, konferans ve seminerler veren Araştırmacı Elif Öztürk tarafından verilecek ve Öztürk, Ursula Kroeber Le Guin’in (henüz okumadığım) Yerdeniz serisinin felsefi ve psikolojik yönlerini anlatacaktı.
Seminerin tanıtımında “bu derin ve fantastik eser eşliğinde insanlığın var olduğu ilk anlardan bu yana sorduğu en temel soru olan ‘Ben kimim?’ sorusunun analizini yapacağız.” yazıyordu.
Yaklaşık iki saat boyu süren seminerin ardından cebimde kimisi cevaplanmış, kimisi yeni oluşmuş sorularla ve bir nebze de olsa kitapların içindeki sembolleri nasıl okumak gerektiğini öğrenerek ayrıldım mekândan. Aklımda kalanları kendi aklımdakiler ile birleştirip bu yazıyı yazdım sonra da.

Bilmek ve Sanmak
Oldum olası “Ben kimim?” sorusunun cevabını arar durur insanlar. Bilgeler “Kendini bil” ya da “Sadece bir insan olduğunu bil.” derler. Bilmenin yolunun öğrenmekten geçtiğini söylerler.
Bilginin olmadığı yerde bilgisizlik vardır. Dünyada pek çok sorun insanın bilme konusunda kendini hem yetersiz hem de geliştirememiş olmasından kaynaklanır. Bu nedenle insanın en büyük yanılgısı, aslında bildiğini sanmasıdır.

Yerdeniz’in Sembolü
Kitaplarda ya da filmlerde anlatılanlar sembollerle anlam kazanır. Yerdeniz serisinin içindeki esas sembol “gölge”. Buradaki gölgeyi kendi içimizdeki gölgeyle tanımlayabiliriz.

Semboller neden bu kadar değerli?
Semboller evrenseldir ve her türlü mitolojik eserin içinde sembol vardır.
“Ussal ve us dışı doğruluğun sanattan çok kendi başına simgede bulunabileceğini düşünüyorum” der Yung. Semboller bizim bilinç dışımızla temas eder.
Bir çocuk dinlediği bir masaldaki sembolleri deşifre edemese de sembollerin ne anlatmak istediğini anlar. Bu bize sembollerle çalışan bir zihnimiz olduğunu gösterir.

Sembolik Zihin
Ursula Le Guin’in Carl Yung okumadan, onun üzerine hiç çalışmadan, hatta Yung’dan bihaber iken, sembolik ögeler kullanarak yazdığı bu kitap bize her birimizin sembolik zihninin ortak ögelerle çalıştığını gösterir. Ki Guin önceden hiç planlama yapmadığını, sadece hayalindekileri yazdığını söyler. İç yolculuğundaki temayı mitolojik ögelere çok benzer şekilde yeniden ortaya koyar.

Gölgeniz efendiniz olmasın
Hans Chrsitian Andersen’in Andersen’den Masallar/Gölge masalını dinledik Elif Öztürk’ten. Bu masalda geçen savaş, kendi gölgemizle verilen savaşı anlatıyordu.
Masaldaki gibi, gücünü gölgesinden alarak değil, gölgesini kontrol edebilen biri olarak yaşamalı insan. Gölgesiyle yaşamak insanın kendi içindeki doğruları ve yanlışları ayırt edebilmesini sağlar. Gölgesi olmayan, yani hiçbir şeyi muhakeme edemeyen kişi bir yandan da toplumda itibarsızlaşır.
Kendini gölgesinin gücüne kaptıranın ise tedavisi yok.
Gölge efendi olursa, kişi köle olur. Efendi olan bir gölgeyle uzlaşmak ise mümkün değildir. İki uçta da aşırılık kişiyi gölgenin oyuncağı haline getirir.

Gölgenin adı “SEN”, Gölgemin adı “BEN”
Gölgenin kendine ait bir adı, varlığı ve gücü yoktur. Gölgeye bir isim koymaya çalışmayın. Gölgenin adı olmaz. Gölgenin adı yoksa da yansıması vardır. O da aynaya baktığınızda aynadan yansıyandır.
İç ışığımızın olmadığı yerdeki karanlıklardan, korkularımızdan ve zayıflıklarımızdan beslenir gölge. İç ışıkla beslenmeyip bilgiyle yıkanmadığında güçlenir durmaksızın. Andersen’in masalındaki gibi, kızın yaşadığı odada ışık var diye odaya dahi giremez oysa bir gölge.
Çünkü o, aydınlıkta barınamaz.

Gölgeyi çağırma
Yüzümüzü ışığa dönsek de hep bir gölgemiz olur ardımızda.
Yaptığımız fedakârlıkların sonunda “Ben senin için şunu şunu yaptım, sen de benim istediğimi yap!” dediğimiz anda ortaya çıkar gölge.
Gölgeyi çağırırsanız dengeyi bozarsınız. Gölge sizi aşağıya çeker. Gölge sizin enerjinizi emer.

Mitler, Düşler, Gölgeler
Aydınlığa ulaşmak için önce acılardan geçmek gerekir. Yaşanan acılardan ders alarak ve bilinci bir derece daha yükselterek dönüşümü gerçekleştirir insan.
“Mutlu aileler gibi mitler ve kurtarılmış dünyalar da hep birbirine benzer.” der Guin.
İnsan psikanalizde ilerlemeye başladıkça ayinsel sınamalar düşlerinde çıkmaya başlar.
“Düş, kişiselleştirilmiş mittir. Mit, kişisellikten çıkartılmış düştür.” der burada da Guin.

Ey Kibir!
Şeytanın Avukatı filminde kendi hırslarının yarattığı gölgenin esiri olan bir karakter vardır baş rolde. Onun gölgesi de kendisidir. Gölgesi onun kibridir.
Gölge karşısında güçlü olursanız ve korkularınızdan arınırsanız gölgeniz içinize kaçıp saklanır. Siz de gölgenize hakim olur, onu kontrol altında tutabilirsiniz. Onu güçlendirmemek için kendinizle yüzleşmeli ve kendinizi tanımalısınız. Bir şeyi yönetebilmek için önce onu iyi bilmeniz, iyi tanımanız gerek.
Korkularınız sizi esir alırsa güçsüzleşirsiniz. Korkularınızdan arındığınız anda da özgürleşirsiniz.

Ölümle anlaşanlar
Ölümden korkmadığınız zaman daha çok yaşayabilirsiniz mesela. Zaman olarak çok/uzun olup olmaması değil buradaki mânâ, “yaşamak” anlamında çok yaşayabilirsiniz.
Daha uzun yaşama arzusuysa bizi için için öldürür. Ölümle anlaşanlar ölümsüzlüğe ulaşırlar.

Yıldızlar gece görünür
Mumun ışığını görebilmek için onu karanlık bir odaya götürmek gerektiği gibi, iç gücüne de zorlukları aşarak ulaşır insan. İçinde sessizce yanmakta olan iç ışığını karanlığın en koyu olduğu dönemde fark eder.

Yolculuk
Nasıl ki filmin ya da yazının başındaki karakter ile sonundaki karakter aynı değilse, hayatın başında ve sonunda biz de aynı değildir insan. Olmamalıdır da.
Yürünen onca yolun ne anlamı kalır yoksa…

Arketipler
Bilinçdışının bir bilinçaltı kısmı, bir de arketipler kısmı vardır. Her şeyin ötesindeki, her şeyin öncesindeki “ilk”tir. Bu yüzden saftır, temizdir. Jung psişeyi, bilinç ve bilinçdışı olarak iki kısımda ele alır. Bilinçdışını da kişisel bilinçdışı ve kollektif bilinçdışı olarak iki bölüme ayırır ve arketipleri kollektif bilinçdışının çekirdek yapıları olarak tanımlar.
Kişisel bilinçdışı, bize rahatsızlık veren, huzursuzluk yarattığı için bastırdığımız, bilinçsizce algıladığımız, düşündüğümüz her türlü şeyin depolandığı yapı olarak tanımlanmıştır ve kaynağının kişisel deneyimlerimiz olduğu öne sürülmüştür.
Kollektif bilinçdışı ise, kalıtsal olarak her insanın doğuştan getirdiği, içeriğini de ilk insandan bu yana yaşanan tipik psişik etkileşimlerin oluşturduğu (korku, tehlike, üstün güce karşı verilen mücadele, cinsellik, doğum, ölüm, sevgi, vb.) yapıdır.
Bir arketip kendimizin yarattığı bir şey değildir. Biz var olan o arketipe ulaşmaya çalışırız. O, bilincimizin çok üstündedir.
Yung der ki: “İlk arketipler her şeyin en ideal formu ve her birimizin zihninde mevcut.”

Büyü
Filmlerdeki gerçek büyücüler doğanın dengesini bozacak hiçbir büyü yapmazlar. Doğanın bozulan dengesini yeniden inşa etmek için büyüyü kullanırlar.
Her şeyin başka bir şeye dönüşmesi büyü işi değil midir esasen? Yemek pişirmek de bir büyüdür mesela. Ayrı ayrıyken başka başka olan malzemeler bir araya geldiklerinde bambaşka bir şekle bürünebiliyorlarsa, pekala büyüdür işte…

İki cambaz bir ipte oynamaz
Bir kişiye nedensizce gıcık kapıyorsak eğer, kendimizde içten içe sevmediğimiz yanlarımızı onda gördüğümüzden olabilir.  Bir çeşit kendi egomuzun yansıması diyebiliriz.
Kendimizde olmasını isteyip de olmayanlara sahip olanları ise sebepsizce ve hayranlıkla severiz. Farklılıklar birbirini besler. Birbirini tamamlar. Böylece denge kurulur.

Okumadığım bir kitabın çözümlemelerini Elif Öztürk’ten dinlediklerim ve kendi hayatımdan deneyimlediklerim ile aktardım sizlere.
Şimdi yapılacak olan, Yerdeniz serisini bu bilgiler ışığında okumak…

BEYAZ GÖLGELER
Hayatta sadece siyah gölgeler yok elbet. İyilik taşıyan beyaz gölgeler de var.
* Hatırlayın; ilk gençlik dönemlerimizde izlediğimiz Beyaz Gölge dizisinde, siyahların yaşadığı bölgedeki okulda basketbol koçluğu yapan beyaz adam “Coach Reeves” okula iyilik getirmeye çalışıyordu.
* Bu yazıyı yazdığım saatlerde Zülfü Livaneli’nin “Gölgeler” adlı kitabının tanıtımı yayınlanıyordu bir yandan da. Kitabın tanıtım metnine baktığımda, Fatih Sultan Mehmed, Mustafa Kemal Atatürk, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Nâzım Hikmet, Yahya Kemal, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Veli, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Attilâ İlhan’ın gölgelerinin karanlıkta konuştuğunu okudum.
* 80’li yılların çizgi film karakteri He-Man kılıcını gökyüzüne uzatarak “Gölgelerin Gücü Adına!” haykırışı ile adalet arıyor, gücü ile güçsüzleri kurtarıyordu.
* Karagöz ile Hacivat gölge oyunundaki karakterleri ile birbirlerini tamamlıyorlardı.
* Peter Pan’ın varlığına inanan ve onu rüyalarında gören üç kardeş, bir gece evlerine gelen Peter Pan’ın gölgesini yakalayan evin köpeği Nana, gölgesini almak için eve döneceğini düşünerek Peter Pan’ı bekleyen ve Peter gölgesini almak için geldiğinde gölgesini Peter’e dikmeye çalışan Wendy ve  Peter’in kendilerine verdiği peri tozu ile “Olmayan Ülke”ye uçan üç kardeş…

Her öykünün içinde hem mantıklı hem de masalsı bir yön var hep böyle.
Her masalın içinde bir gerçek barınıyor, her gerçek bir gün masal oluyor…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.