Gittik, Gördük, Döndük…

Okul gezilerinin keyfini hiç unutamayanlardan mısınız siz de?
Arkadaşlar ve öğretmenlerle bir otobüse doluşup, fazla uzak olmasa da başka bir şehire gitmek ne kadar eğlenceli gelirdi hepimize değil mi?
Arabadaki tantana bir yanda, yeni yerler keşfedecek olmanın heyecanı bir yanda.
Farklı şehrin insanı olmanın verdiği Turist Ömerlik öte yanda.
İnsanın yaş alsa da bu duygusundan pek bir şey yitirmediğini gazetemiz ile yaptığımız Ankara gezisi esnasında bir kez daha teyit etmiş olduk.
Tan yeri ağarmadan çıktığımız yolculukta biraz uyuklayarak, çokça da sohbet ederek ulaştık başkentimize.
Meclis’e ulaşmadan önce de birkaç dokunuş ile kendimize çeki düzen verdik.
Epey sıkı güvenlik aşamalarından sonra nihayet heybetli meclis binasına ulaştık.
Toplantı salonuna girdiğimizde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kürsüde haftalık olağan konuşmasını yapıyordu.
Bir yanda kulağım kendisini dinlerken öte yanda gözlerim mekânı inceliyordu.
Tahta sıralar, haşmetli avizeler, ahşap kaplamalar, salonun sağ tarafındaki epey büyük bir vitray cam.
Ve sıralarda oturanlar…
Ön sıralar milletvekillerine ait idi.
Arka sıralar ise ‘herkes’e.
Pala bıyıklısı, çoluklu çocuklusu, çatık kaşlısı, ak saçlısı, delikanlısı.
Gazetecileri, canlı yayın ekipleri ve kameraları.
Sıraların doluluğundan dolayı ayakta duranları.
Konuşma boyunca MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, sakin bir sesle konuşmasını yapan Bahçeli’nin arkasındaki Başkanlık Divanı Kürsüsü’nden salonu izledi.
Sıralarda oturanlar konuşmayı pür dikkat dinleyip zaman zaman alkışlarla destekliyorlardı.
Ayakta duranlar arasına Bahçeli’yi gözünü kırpmadan dinleyen gençler vardı.
Onlar Bahçeli’yi, ben de onları izledim.
Hem ülke için, hem de kendi gelecekleri için ne düşünüyorlardı acaba?
Konuşulanların ne kadarına katılıyorlardı?
İlerleyen günlerde partide ve dolayısıyla ülke yönetiminde yer alacaklar mıydı?
2000’li yılların ilk yüzyılına imza atmaya hazır mıydılar?
15-20 yıl sonra buradaki gençlerden birisi partiye başkan olacaktı belki de.
Kim bilir…
****
Konuşmasının sona ermesinden sonra kısa bir bekleyişin ardından Bahçeli bizleri kendi odasında kabul etti.
Sade ve şık döşenmiş odadaki Kahramanlık ve Kurtuluş Savaşı konulu yağlı boya tablolar dikkat çekiciydi.
Devlet Bahçeli’nin zarif davranışları bu buluşmayı soru-cevaptan ziyade samimi bir sohbete çevirdi.
Hele de kendisini ziyaret eden ilk yerel basının biz olduğumuzu söylediğinde daha bir keyiflendik.
Bir buçuk saat süren sohbetin ardından Bahçeli’nin yanından ayrılarak  MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman eşliğinde Meclis Lokantası’na indik ve meclisin fiyatlarıyla meşhur yemeklerinden yedik.
Bizi gören Turhan Tayan masamıza gelince başka bir şehirde hemşehrisini görenlere has bir sevinç geldi üzerimizde.
Çevre masalarda da tanıdık simalar göze çarpıyordu.
Yemek salonunda her partiden milletvekili görmek mümkündü.
O anda aklıma Meclis Toplantı Salonu’nda birbirlerine olmadık lâflar eden milletvekillerinin yemek salonunda karşılaştıklarında ne tepkiler verdikleri düştü.
Bu merakımı Büyükataman’a yönelttiğimde yemek salonunda böyle bir durumun oluşmadığını, herkesin kendi halinde yemeğini yediğini söyledi.
Keşke hep öyle olsalar dedim.
Ne kadar ilginç ki yemek savaş sebebidir, sofrada ise barış vardır…
Meclis binasından ayrıldığımızda hemen yola koyulmak istemedik.
Ankara’ya kadar gelip de Anıtkabir ziyareti yapılmadan dönülmezdi elbet.
Atamız’a ve İsmet İnönü’ye saygı duruşunda bulunup birer fatiha okumadan gidilmezdi.
Anıtkabir kapsamında bulunan Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni zamanımızın fazla olmamasından dolayı koşar adımlarla geçmek aklımızın müzede kalmasına sebep oldu.
Tarihimizi tarih dersi kitapları arasına sıkışmaktan kurtarıp gözler önüne seren canlandırmalar herkesin, özellikle de yeni neslin görmesi gereken sahnelerdi.
Görerek ve yaşayarak olan bir öğrenme daha kalıcıydı.
İnternetten de ziyaret edilebilen müzeye tekrar gelinmeli ve sindire sindire gezilmeliydi…
****
Dönüşe geçtiğimizde yorgunluğun verdiği rehavet ile uyuyanlar artmış, bazılarına ise bu gezi daha bir can katmıştı.
Sohbetin koyuluğundan zamanın ve yolun nasıl aktığını anlamadık.
Hele de İnegöl’ü geçtikten sonra çevredeki her şey gittikçe aşinalaşmaya başladı.
Yaşasın, artık evdik…
****
Eve döndüğümde gezinin bende bıraktığı en önemli iz, uzaktan izlediğimiz siyasetçiler ve siyasi ortama yakından bakınca her şeyin biraz daha farklı olduğuydu.
Siyasiler için de uzaktan izledikleri halk ve günlük yaşam tahayyüllerinden farklıydı belki de.
Halk devletine, devleti de halkına yakın durmalıydı besbelli ki.
İç içe geçip bütünleşmeli, vekalet alınan halktan uzaklaşılmamalıydı.
Gerekirse tebdil-i kıyafet ile en derinlere inmeli, iletişim en hakikisinden, birebir kurulmalıydı.
Ve bu iletişimdeki en etken ayak olan basın; gördüklerini ve bildiklerini çarpıtmadan, taraf tutmadan, gizlemeden ve provoke etmeden, açık ve net olarak aktarabilmeliydi.
Eee, ne de olsa elçiye zeval olmaz…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.