Geleceğe nasıl bir imza attınız?

Her öğretmenler gününde üç aşağı beş yukarı aynı şeyler yazarak çocukluğumuza öykünür dururuz.
Özlediğimiz öğretmenimiz midir, öğretmenli geçen çocukluk günlerimiz midir hiç bilemeyiz.
O günlerde canımızı sıkıp bizi bunalıma sokan her şeyi gülümseyerek anarken, bir yandan da bugünlerin sıkıntılarıyla mukayese ederiz.
Oysa ki o yaşta nasıl da zor günlerdi o günler…
Hatırlayın bir:
İstemeye istemeye ders çalışmak, parmağın kopana kadar yazmak, kafan patlayana kadar okumak, uzun uzun ödevler hazırlamak, küme çalışmaları yapmak, sınıftaki arkadaşlarınla kıyaslanmak, en çok da sınavları kırık not almadan atlatmak.
Ve her geçilen sınıfta, daha zor olan bir üst sınıfa atlamak.
Hele de o sabah namazını müteakip sürünerek yataktan çıkmalar, gözlerini ovuştura ovuştura okula koşturmalar, o telâşe arasında evde unutulan defterler-kitaplar.
Bitmek bilmez ders saatleri, rüzgâr gibi geçen teneffüsler, kara kaplı ve sözlüye kalkma korkuları, ezberlenemeyen çarpım tablosu, unutulan formüller, bir türlü öğrenilemeyen tarihler…
Hatırladınız hepsini değil mi?
‘Nasıl oluyor da şimdi hepsi bu kadar güzel geliyor bana?’ dediniz mi hiç kendinize?
“Yel eser tozu kalır, su gider kumu kalır” diye belki…
Belki de okulunuzu, arkadaşlarınızı ve en çok da kendi küçüklük halinizi çok sevdiğinizden.
Ya da ziyadesiyle ‘örnek’ öğrenciliğinizden…
****
Okulun öğrenci nüfusunu oluşturan bizler bu haldeyken, eline verilen ve her kalıba girmeye müsait bu yumuşacık hamurları yoğura yoğura şekillendirecek olan öğretmenlerimizin duyguları neydi acaba? Karşısına gelen çocuklar onlar için ne anlam ifade ediyordu?
Her çocuk başka bir dünyaydı nihayetinde.
O güne kadar geçirdiği günlerle, üzerine titreyen ya da kendisini hiç önemsemeyen ailesiyle hepsinin ayrı ayrı bir öyküsü vardı.
Onlar ki okula başlamakla; annesinden başka bir kadını anne, babasından başka bir adamı baba, sınıftaki diğer çocukları kardeş belleyecek, günlerinin büyük bölümünü bu yeni ailesiyle geçirecekti.
Okulda ona hem bilgi zerk edilecek, hem de davranış eğitimi verilecekti. Böylece okulda geçirdiği her an ile minik ruhu şekillenecekti.
Öğrenciyi böyle dokuyan öğretmen bir yandan da kendi evini, kendi ailesini, kendi çocuklarını düşünecekti…
Bize göre ‘yaşını başını almış’, çok zaman ‘çoluğa çocuğa karışmış’, kısacası ‘hayatın gaileleriyle tanışmış’ kocaman bir insandı öğretmen.
İşte şimdi o, içlerinde kimin yaşadığını bilmediği minik bedenlerle tanışıyordu.
Kim bilir kaçıncı tanışmasıydı bu, kim bilir büyütüp adam ettiği bu kaçıncı sınıftı…
Tüm dertlerini kapıda bırakıp girmeliydi derse.
Sonra da harman olmalıydı öğrencileriyle…
****
Van, Erciş’te görev yapan Öğretmen Gökhan Bulut’un sosyal medyada paylaştığı, okula ağlayarak gelen ama giderken gülerek poz veren bir öğrencisiyle çektiği fotoğrafı ve altına yazdığı yorumu görmüşsünüzdür.
“Okula ağlayarak gelebilirsin çocuk. Ama ben seni ağlayarak göndermem çocuk bunu iyi bil e mi? Öğretmen ismini almak kolaydır ama öğretmen olmak çok zordur”
İşte bu yüzden çocuğu sevgiyle sarıp sarmalayan öğretmenler her zaman sevgi, saygı ve özlemle anılır…
Bazılarıysa kendilerine teslim edilen küçük insanlarda yanlış izler bırakıp, hatalar silsilesine sebep olduklarından olsa gerek, özellikle unutularak tarihin derinliklerinde kazılan çukurlarda karanlıklara bırakılır…
Eğitim-öğretimde her yönden olumsuzluklar çok, biliyorum…
Siz yine de geleceğin sizin ellerinizde şekillendiğini bilerek dokunun çocuklarımıza.
Hepsinin bu vatanın evladı olduğu bilinciyle, kendi çocuklarınız gibi dokunun.
Atamızın izinde, bayrağımızın gölgesinde, marşımızın özünde büyüsün hepsi…
****
Son söz;
Siz nasıl bir öğrenciydiniz, bunu en iyi öğretmenleriniz bilir.
Siz nasıl bir öğretmendiniz, bunu da en iyi öğrencileriniz bilir.
O günlerden geleceğe nasıl bir imza attınız, işte onu da ancak gelmiş günleri görenler bilir…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.