Fizik ve demokrasi

Demokratik bir yönetim, sürtünmesiz bir yüzeyde, tüm diğer siyasi kuvvetlerin kısmi desteğini de yanına alarak, topluma sonsuz bir ivme kazandırabilir.
    Lisede, fizik dersleri ilgimi çekiyordu.
    Hocamız, her ne kadar dersten önce tahtaya yazdığı o gün öğreteceği tüm formülleri tek tek gösterip, “if this is this; this must be like this.” (Eğer bu böyleyse, bu da böyle olmalıdır.) diye İngilizce’mize de ‘derin’ katkılar sunuyorsa da, ben, daha çok kuvvetler, vektörler ve ivmeleri gösteren oklar ile kuvvetin harekete geçireceği kütleyi sembolize eden kutu çizimleriyle ilgileniyordum.
    Sonraları, sosyal ve ekonomik bilgiye merak salınca, fizik derslerinden aklımda kalan bu oklar ve kutular, toplumu algılama çabamda bana yardımcı oldular.
    Toplumları, sürtünmesiz bir yüzeyde, hareket eden kütleler olarak canlandırdım, aklımda.
    Sağ ya da sol tüm siyasi hareketler ve eylemler de, bu kütleye farklı yönlerden ve farklı derecelerde uygulanan kuvvetler (vektörler) gibiydi.
    Sonuçta, bu (siyasi) kuvvetlerin bileşkesi, toplumu belli bir yönde ve belli bir hızda hareket ettiriyor.
    Cumhuriyet rejiminin kurulması ile birlikte, Osmanlı’nın kapıkullarından (yöneticilerinden) oluşan ve bilgiyi elinde tutan Kemalist ideolojinin uygulayıcıları, toplumu hareket ettiren başat kuvvet oldu.
    Bu kuvvet, kütlenin üzerinde yer aldığı uzaydaki sürtünmesiz yüzeyi sadece kendisinin etki ettiği yönle sınırlandırdı. Dolayısıyla, bununla, diğer (siyasi) kuvvetlerin toplumsal kütlenin hareketine etkisini sıfırlamaya çalıştı.
    Ama bir kuvvet, kütleyi sürtünmeli yüzeyde de hareket ettirebilir.
    Bunun için, Türkiye toplumu doğal demokratik gelişim seyrinin (hareketinin) dışında bir yönde ivme kazandı.
    2000’li yıllarda, Cumhuriyet döneminde Mülkiye, Tıbbiye, Harbiye ve Hariciye’nin tekelini elinde tutan Kemalistlerden, geçmişte Osmanlı’nın tebaası olan Cumhuriyetin halk kesimlerinin eline geçmeye başlayıp, bilgi tekeli kırılınca Kemalist vektörün, topluma uyguladığı başat kuvvet zayıflamaya başladı.
    AKP, bu gelişmeyi, siyasi ikbali için kullanabileceğinin bilincinde olarak, başat kuvvet olarak ortaya çıktı. Toplumun kendi gelişim seyrindeki hareketi için, sürtünmesiz (demokratik siyasi) bir yüzey vaat etti. Bu kuvvete, demokrat vektörler de destek verdiler.
    Ancak, AKP, özellikle ‘ustalık’ döneminde, sürtünmesiz yüzey vaadinin boş olduğunu açıklıkla ortaya koydu. Sadece, sürtünmesiz yüzeyin yönünü, kendi uyguladığı kuvvetin istikametine döndürdü.
    Bununla, Kemalist vektörün yaptığı şeyi aynısını, toplumsal kütleye farklı bir yönden uyguladığı başat kuvvetle yapmış oldu.
    Demokratikleşme kaygısı duymayan AKP otokratik siyasi iktidarı, kuvvetinin yettiğince toplumu, toplumun istemediği bir yöne doğru zorla (ve nafile) itmeye çalışıyor.
    Ama, ”zorun oyunu bozması” Kemalistlerin dahi bugün hala farketmekten kaçındıkları ve AKP’lilerin ise kibrin kör ettiği gözlerinden kaçan acı gerçek.
    Geçmişte, Kemalistlerin yaptığı gibi bugün de AKP, Türkiye’ye zaman kaybettiriyor.
    Demokratikleşmeye, Türkiye’deki hakim siyasi yaklaşımın aksine, yönetimin daha demokrat bir yönetimle değişmesi değil; toplumun değişmesi, daha demokratik bir kültürel düzeye ulaşması olarak bakıyorum.
    Otokratik bir siyasi iktidarın handikapı, istemediği bir yöne harekete zorlanan bir toplumu, sürtünmeli bir yüzeyde (dirençte) itelemeye çalışmasının sonucunda, topluma uyguladığı kuvvetin er ya da geç tükenecek olması.
    Oysa, demokratik bir yönetim, sürtünmesiz bir yüzeyde, tüm diğer siyasi kuvvetlerin kısmi desteğini de alarak, topluma sonsuz bir ivme kazandırabilir ve kuvveti hiç bir zaman tükenmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.