Erdemin başı DİL

1 Kasım 1928’de yapılan Harf Devrimi’nin ardından, 1932 yılında gerçekleşen İlk Türk Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül tarihi, “Dil Bayramı” olarak kabul edilmişti.
Bu yıl 85. yıl dönümü olan Dil Bayramı Bursa’da, Dil Derneği Bursa Temsilciliği ile Nilüfer Belediyesi‘nin ortaklaşa düzenlediği Dil Bayramı Paneli ile kutlandı. Nazım Hikmet Kültür Evi Balaban Salonu’nda yapılan etkinliğin açılış konuşmaları Dil Derneği Bursa Temsilcisi Pelin Yılmaz ve Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey tarafından yapıldı.

Mustafa Bozbey’in “Türkçe’nin yozlaşmasını önlemek görevimizdir” derken, belediye çalışanlarının diline azami dikkat ettiğini ve bu sayede yabancı sözcük kullanımını aşağılara çektiğini söylemesi dilimizi korumak adına attığı içten bir adımdı.
****
Kolaylaştırıcılığını Zeki Baştürk‘ün yaptığı panelin konuşmacı konukları Adnan BinyazarFeridun Andaç ve Cevdet İrketi oldu.

Adnan Binyazar’dan kısa kısa:
“Türk Dili, Türk milletinin kalbi ve beynidir.” Mustafa Kemâl Atatürk
Ülke bağımsızlığı dil bağımsızlığından geçer.
Bilgiler beyinde kendi bilgimiz haline gelmediği sürece o bilgi sahipsizdir.
Almanlar İncil’i Almancaya tam anlamıyla çevirebilecek dil zenginliğine sahiptir. Wilhelm Jacob Grimm dünyanın en büyük sözlüğü olan otuz üç ciltlik Alman sözlüğünü hazırlamıştır.
Bir dilin en önemli tanığı o dilin sözlüğüdür.
Tanzimat’a kadar Türklerin bir sözlüğü yok.
11. Yüzyılda Kaşgarlı Mahmut dört ciltlik Dîvânü Lugati’t-Türk’ü yazıyor. Bu sayede Yunus Emreler halkla buluşuyor.
Kur’an-ı Kerim’in kökü “İKRA”ya dayanır. “OKU” der…
Ön yargılar tehlikelidir. Halk kalabalığı düşüncesi ile hiçbir yere varılamaz.
1950 yılında 16 yaşında Köy Enstitüsü’nde iken, on iki ciltlik derleme sözlüğüne 300 sözcük toplamış bir kişi olarak Adnan Binyazar’ın ismini görebilirsiniz.
Bakmayın araya karışanlara, bizim zengin bir dilimiz var.
Dili zenginleştirmek için sokak sokak, köy köy gezerek dil araştırmaları yapılmalı.
Eğer ki dil bir kökenden üremiyorsa onun ömürlü olması mümkün değil.
Çok da olumsuz düşünmeyelim, Türkiye’de çok nitelikli çeviriler yapan genç çocuklarımız var.

Feridun Andaç’tan kısa kısa:
Dil, sözel bir toplum olmaktan yazılı bir toplum olmaya geçişte taşıyıcı unsurdur.
Dil bir toplumun geçmişinin göstergesidir.
Dil toplumu kurar. Dil bizi bireysel kıldığı gibi aynı zamanda toplumsallaştırır.
Dilin canlı bir varlık olduğunu bize en derinden hissettiren duygu edebiyattır.
Edebiyatı çıkmaza sürükleyen şey toplumun dil ile olan ilişkisidir.
“Cumhuriyet aydınlanması olmasaydı Türk Edebiyatı bu kadar halklaşamazdı.” Cemal Süreya.
Türkçe güdük bir dil değildir.
Dünyada binlerce dil içerisinden yetmiş altı dil edebiyat üretecek derecede gelişmiş.
Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkenin dilinde yazmış yazarları okumalısınız.
Dil bir çeşit dışa vurumdur. Dil yabancılaşması teknolojinin dayatmasıyla olmuştur.
Toplumun mesleksizleşmesi ve üretmemesi dilin zayıflamasının başlıca sebeplerindendir. Zeki Baştürk’ün dediği gibi: “Siz bir kamyon ithal ederseniz, arabayla birlikte bir kamyon sözcük de ithal etmiş olursunuz.”
Dilin zenginliği ülkenin gelişmişliğini gösterir.
Söz bireysel, dil toplumsaldır.
Dil sürekli değişim içindedir. Toplum değiştikçe dil de değişir. Bir kültür dille beslenir.
İnsana ait olan gerçekliği dil ile yaşarız.

Cevdet İrketi ve Karamanoğlu Mehmet:
Cengiz İrketi dinleyicilere Karamanoğlu Mehmet Bey’in kendisini ve Karamanlıları anlattığı bir metin okudu.
Mehmet Bey 13 Mayıs 1277’ de Türkçe’yi korumak amacıyla bir Ferman yayınlar.
“Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türki dilinden gayri dil söylemeye”
13.Yüzyılın dilini yansıtan bu cümle bugünkü Türkçeye Karaman Valiliğinin başvurusu üzerine Türk Dil Kurumu tarafından şu şekilde aktarılır:
“Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dilinden başka dil kullanmaya”
(* Konuyla ilgili yaptığım araştırmalarda, bazı kaynaklar ortada böyle bir fermanın olmadığını yazıyor. Bunun da bir açıklığa kavuşturulması lâzım demek ki.)

50’liler, 60’lılar, 70’liler olarak siz, “Ninem dedem benim bugün konuştuğum dili duymuş olsaydı ne kadarını anlardı acaba?” diye sordunuz mu hiç kendinize?
Yabancı sözcüklerle harmanlanmış Plaza Dili bir yanda, azami birkaç yüz sözcükle konuşulan ve sesli harf kullanmadan yazılan Ergen Dili bir yanda…

Ninemi dedemi geçtim, dillerin bu hallerini ben dahi anlamıyorum.
Lakin benim anlamadığım sözler değil, insanların niçin böyle bir dil ile konuşmaya gerek duyduğudur.
Türkçe’yi eğip bükerek ya da Türkçe’den uzaklaşarak oluşturulan dil ile konuşmak daha mı ayrıcalıklı kılıyordur insanları?
Anlaşılmaz olmak anlaşılır olmaktan daha mı havalı duruyordur üzerlerinde?
Zengin bir dil ile yalın bir anlatım yapabilmek varken, basit bir dil ile karmaşık bir anlatım yapmak daha mı sıra dışı hissettiriyordur insana kendini.
“Ne kadar anlaşılmaz, o kadar ulaşılmaz” mı buluyorlardır kendilerini?
Çok “Cool” mu oluyorlardır yani?
İmlâ desen, yüksek okul okumuşundan ilkokul mezununa, gazetecisinden televizyoncusuna kadar imlâ ile kimsenin arası iyi değil
Aslında benim sorduğum bu soruların cevapları (yukarıda yazdığım) konuşmacıların anlattıklarında mevcut…

Türkiye’de Türkçe konuşulur
Yazının burasında kısa bir anımı anlatmak isterim:
PERYÖN Endüstri İnsan Kaynakları 4.0, 2017’de yoğun katılımcı sayısı ile epey zengin bir program hazırlamıştı yine. Lakin konuşmacıların dili her zirvede Türkçe’den bir adım daha uzaklaşıyordu. İngilizce-Türkçe karışımı bir dil icat edilmiş ve tüm sunumlar bu dil üzerinden yapılıyordu. Sunumları dinleyenler de aynı dili konuştuğundan olsa gerek, kimse bunda garip bir taraf görmüyordu.
Sunumlardan birinde, konuşmacının arkasında dönen görsellerin üzerindeki yazıların Türkçe’ye çevrilmemiş olduğunu gördüğümde iyiden iyiye gerildim ve sunum sonrası bu konuyu konuşmacıya özellikle ilettim.

Türkiye’ye ürün satan bir yabancı şirketin, ürünün içine Türkçe tanıtım yazısı koyup koymadığı dahi önemliyken, Türkiye’de ve Türkler tarafından yapılan bir toplantıda, Türk bir birey tarafından yapılan sunumun İngilizce-Türkçe olarak yapılması ve arkada dönen görsellerin Türkçe’ye çevrilme zahmetinde bulunulmamış olması kabul edilemezdi.
Tepkimi ilettiğimde, önce konuyu savunmaya çalışıp, sonra da konuyu uzatmamak adına “Haklısınız” sözüyle salondan ayrılan konuşmacının yaptığım uyarıyı dikkate aldığını düşün(m)üyorum…
****
Günümüz Türkiyesinin en büyük sorunlarından biridir dilini, dili ile birlikte de özünü koruyamamak.
Sinsi sinsi ilerleyerek ülkeyi de ele geçiren bir düşmandır dil.
Kendi dilinde olmayan isimler ile firma kurmaktır. Yabancı dilde isimlere itibar ederek pazar payını arttırmaya çalışmaktır. Tabelalarından Türkçe’yi çıkartmaktır.
Tesettür giyim mağazasının ya da mütedeyyin görünen bir inşaat firmasının adını İngilizce yazmaya çalışmasıdır.
Suriyeli nüfusunun çoğalması ile şehirlerin Arapça tabelalar ile donanması ve şehrin Arap istilasına uğrayıp, ülkenin adeta bir Arap ülkesi görünümüne bürünmesi günümüzdeki en çarpıcı örnektir.
Arap modeli giyinme kısmını Suriyeliler gelmeden çok önce biz kendi kendimize halletmiştik zaten. Arapça’yı da ana dil yaptık mı…

Bir zamanlar aynı dertten muzdarip olan bu ülkede, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı olan Türk Devrimi’nin olmazsa olmazı diyerek gerçekleştirdiği Dil Devrimi’nin gerekleri şu anda da geçerlidir:
“Kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir.”

Şimdi olduğu üzere, 20. Yüzyıl başlarında ülkede resmi dil olarak kullanılan Türkçe’de, kendine ait cümle ve sözcüklerin oranının yüzde yirmi beşe düşmesi, Arap Fars dilleri etkisinde olan Osmanlıca’nın anlaşılmazlığı ve halka ulaşmazlığı, halk ile devlet arasında yaşanan kopukluklar, halkın cehaletin kucağına gittikçe daha fazla itilmesi, Türkçe’nin zenginliklerinin göz ardı edilmesi, hâttâ unutturulması, dolayısıyla da dünya devletleri arasında gerileme bu gerekler arasında sayılabilir.
Ki günümüzde eğitim sistemi o kadar büyük bir açmazdadır ki; öğrencilerimiz okuduklarını anlamaktan acizdir. Okuduğunu anlamayan öğrenci diğer dersleri hiç anlamıyor ve bu sebeple Türkiye, PISA ölçümlemelerinde alt sıralarda çıkıyor.
****
Halkın Divan Edebiyatını anlamamasından dolayı Türk Dil Kurumu pek çok sözcüğü Türkçeleştirmiştir ve Emin ÖzdemirSamim Sinanoğlu gibi isimler bu konuda büyük emekler verilmiştir.
Ancak devlette sadeleşmesi gereken bir yer eksik kaldığını görüyoruz.
O da bürokratik dil.
Bürokrasi dili de eskisine göre sadeleşti elbette ancak biz bugün bu dili de anlamakta güçlük çekiyoruz.
Misal, Noter’de imzaladığımız bir kâğıtta ne yazdığını anlamıyoruz. Çünkü hukuk dilini hukukçulardan başka anlayan yok.
****
Dil Bayramını kutladığımız gecede, bu kıymetli insanların kıymetli konuşmalarını dinlememize vesile olan Dil Derneği Bursa Temsilciliği’ne ve Nilüfer Belediyesi’ne teşekkürlerimizle…
Yazı biraz uzun olduysa da affola…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.