Elim, yüzüm, gözlerim…

Ahmet Hakan’ın deyişiyle; “Televizyonun önünden geçerken….” pek çok şey gördüm. Göremediğim zamanlarda da pek çok şey duydum.
Zaman zaman da sosyal medyaya göz atarak gelişen olayların yorumlarına şöyle bir göz gezdirdim.
Bütün bunlar hakkındaki düşüncelerim yazıyla sizlere ulaşamasa dahi hepsinin kendi içimde dönüp durmalarına mani olamadım.
Yurt dışında Fransa’daki oylamalar bir yanda, yurt içinde TFF toplantıları bir yanda heyecanla izlenirken, aynı zamanlarda bunlardan daha farklı bir heyecanla izlenen bir yüz nakli ameliyatı gerçekleşti.
Türkiye’de ve Türk doktorlar tarafından gerçekleştirilen bu ilk nakile toplumun gösterdiği alâka insanî yanımızın henüz tamamen yok olmadığının bir göstergesiydi sanki.
Beyin ölümü gerçekleştikten sonra ailesi tarafından organları tıbba bağışlanan o kişinin hücreleri bundan böyle başka başka bedenlerde yaşamaya devam edecek…
Ölenin yakınlarının yaşadığı acı ile dokuları uyuşanların ve yakınlarının yaşadığı sevinç birbirine karışacak…
****
Bir kişinin sağlıklı yaşama şansının bir diğerinin ölümüne bağlı olduğu, adına ‘kader’ denilebilecek bir durum işte bu da. Bir çeşit kesişme…
Kimse kimsenin ölmesini istemese de hepimiz biliyoruz ki ölüm bir gerçek. Doğduğumuz andan itibaren geri sayımın başladığı, son saniyenin nerede sonlanacağının meçhul olduğu bir doğa olayı.
Gerçekleşen ölümün ardından, sağlıklı organlara ihtiyacı olanlara ölenin organlarının verilmesi de yaygınlaşması gereken bir davranış olmalı diye düşünüyorum.
Toprağa karışarak çürüyüp gidecek olan bir bedenin parçalarının ihtiyacı olan kişilerde hayat bulması ölen kişinin ailesi için çok zor olsa da, belki de bir çeşit teselli kaynağı.
Sevdiğinin minicik bir parçasının dahi hâlâ yaşıyor olması bambaşka bir duygu verir insana. Adlandırılamayan, tarifsiz, tuhaf bir duygu…
Aslında sevdiğini toprağa vermek bile zor gelir insana. Toprağa koyup, üzerini örtüp, onu orada öylece bir başına bırakıp, dönüp gelmek…
Ölenin toprağın altında, kefenin içinde çırılçıplak üşüdüğünü düşünür insan. Bir başına kalmaktan korktuğunu düşünür.
Kendisinin hayatta kalışından, acıkmasından, susamasından, gülüp konuşmasından suçluluk duyar.
Oysa ki hayat kimse için durup beklememiştir, beklemeyecektir.
Üstelik bir de sevdiğinin organlarının birer birer sökülüp çıkartılmasını hiç düşünemez. Gönlü elvermez…
Kendi organlarını bağışlamayı aklından geçirince bile şöyle bir ürperir.
Zanneder ki gözleri yuvalarından oyularak çıkartılacak, böbrekleri ya da ciğerleri vücudu paramparça edilerek yerlerinden sökülecek.
Bu işlemlerin kendisine uygulandığını düşündüğü anda vahşi bir acı hisseder.
Ölenin de aynı acıyı yaşayacağını düşünerek yakınının organlarını vermek istemez.
Ölmüş dahi olsa o bedene acı çektirmek istemez. Hırpalansın istemez.
Nafile bir düşüncedir bu aslında.
Beden kapanmıştır, ruh uçmuştur.
Bundan sonraki iş dokular henüz hayattayken bir an önce onları yeni sahiplerine ulaştırmaktadır.
Bunun için de zamana karşı bir yarış başlar. Doku taramasının ardından dokuları uyan hastalar aranarak operasyona hazır hale getirilirler. Nazik bir ameliyat hassasiyetiyle çıkartılan organlar en hızlı bir şekilde nakilin yapılacağı merkezlere ulaştırılırlar.
İşlem genelde başarılıdır ve birkaç insana birden sağlıklı yaşama şansı bahşedilmiştir.
Böbrek nakli gerçekleşene kadar diyaliz makinelerine bağlı yaşamak zorunda olan bir kişi, sağlıklı her insan gibi günlük hayatına devam edebilecektir artık.
Görme yetisini kaybetmiş bir kişi kornea nakli sayesinde gözlerini dünyaya açabilecektir.
Gökyüzünün maviliğini, çimenin yeşilliğini görebilecektir. Renk kelimesi anlam kazanacaktır. Işık kelimesi yerini bulacaktır.
Değişen dünyanın ya da büyüyen evladının neye benzediği hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşecektir.
Ya doğuştan ya da bir hastalık sonucu yıpranan ve çürüyen organların yerlerine yenileri nakledildiği zaman, o kişiye yaşama şansından ziyade, kaliteli yaşama şansı verilecektir.
Henüz sağken böbreğinin birini verenler de var. Ölümünün ardından yakınları tarafından sağlam bütün organları bağışlananlar da.
Bunların olmadığı yerlerde ise ne yazık ki organ mafyası var.
Zaman zaman basın yoluyla yasa dışı yollardan sağlanan organların fahiş fiyatlara satıldığını duyarız.
Kişinin rızası dışında gerçekleşen bu sağlıksız operasyonlar sonucunda bir kişinin hayatı sona ererken, diğer bir kişinin hayatı kurtulur.
Parayı bastıran kişi kendi canının yaşaması için bir başka cana kıymaktan zerre kadar suçluluk duymaz.
Ne de olsa önce “can”dır…
Ve esas parayı da bu işe aracı olan kişiler kazanır.
Öyle ki; kendi vicdanlarının sesini susturabilecek kadar büyük paralardır bunlar.
Belki de zaten vicdanları olmadığı için bu işi yapabilmektelerdir. Var olan insanî duyguları da o büyük kazançlara direnemeyip zaman içinde yitip gitmiştir.
Onlar için her insan ‘böl-parçala-sat’ yapılabilecek birer metadan farksız hale gelmiştir.
Sanki kaçırılıp bir tamirhanede paramparça edilerek yok edilen ve her parçası ayrı yerlere dağıtılan arabalar gibi…
Ben’ce;
Artık herkes organ bağışının önemini iyice anlamalı, bu sayede organ nakilleri arka sokakların karanlığında yapılacağına yasalar dahilinde ve gönül rızasıyla yapılmalı, bu sayede de “Organize İşler”e fırsat bırakılmamalı…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.