Dünya şairi Nazım Hikmet biraz da Bursalıdır!

“Yedi yıldır Uludağ ile göz göze bakışıp dururuz.

Ne o kımıldar yerinden,

Ne de ben.

Lakin birbirimizi yakından tanırız.

Gerçekten yaşayan her şey gibi gülmesini kızmasını bilir.”

Nazım Hikmet’in “Uludağ’a Dair” adlı şiirinden alıntıladığımız bu dizelerinden anlıyoruz ki yedi yıldır Bursa Cezaevi’ndedir. Nereden ve nasıl gelmiştir bu cezaevine?

Bu uzun süreli mapusluğu onun Bursa Damında kalışının ikincisidir. Bursa Cezaevi’ne düşüşünün ilki 1932 yılında gerçekleşir. O yılın sonlarına doğru birkaç şehrin yanı sıra İstanbul’da duvarlara bildiriler yapıştırılır. İşçi sorunlarını anlatan bu bildiriler Bursa’da da dağıtılır.

Bu vahim (!) eylemi gizli bir örgütün gerçekleştirdiği varsayımından hareketle bazı kişilerle birlikte Nazım Hikmet de 18 Mart sabahı gözaltına alınır. İfadesine başvurulduktan sonra tutuklanır. Sorgu yargıçlığının yetkisizlik bildirmesi üzerine 31 Mayıs’ta Sultanahmet Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne nakledilir.

Yargılanma sonunda TCK’nın 146 ve 147. maddeleri gereğince idamı istenir. Nazım, bu yargılama sonucunda beş yıla mahkûm edilir. Temyizde bu karar değiştirilerek dört yıla indirilir, mahkeme bu karara uyar. Cumhuriyetin onuncu yılı nedeniyle aftan yararlanır, mahkûmiyeti üç yıla iner. Bu arada fazlasıyla yatmış olduğundan 4 Ağustos 1934’te salıverilir.

Bursa Cezaevi günlerinde eşi Piraye Hanım’a yazmış olduğu o ünlü şiirin dizelerinde şöyle der:

“Karım benim.

İyi yürekli,

Altın renkli,

Gözleri baldan tatlı arım benim.

Ne diye yazdım sana

İstendiğini idamımın.

Dava daha ilk adımında

Ve bir şalgam gibi koparmıyorlar henüz

Kellesini adamın…”

***

Nazım Hikmet, 1934’ten sonra da üretir. Bu arada solcular “Onun gerilemeye başladığını, uzlaşmaya yöneldiğini söylerler. Sağcılar ise yeniden zehir saçmaya koyulduğunu öne sürerler.”

Ama o bildiği yoldan şaşmaz, şiir üretmeye devam eder. Şeyh Bedrettin Destanı’nı işte o günlerde yazar, daha nice şiirleriyle birlikte…

Ne yazık ki başından da polis baskısı eksik olmaz. Nazım Hikmet’in varlığına tahammül edemezler.

Ve büyük komplo 1938 yılında meydana gelir. Harp Okulu Olayı olarak tarihe geçen hukuk cinayeti şöyle başlar. Harp Okulu öğrencisi Ömer Deniz, Nazım Hikmet’in şiirinin hayranıdır. Onunla tanışmak ister, resmi giysiyle Nazım’ın kapısına dayanır. Nazım kuşkulanır, onu başından savmak ister… Aradan dört ay geçer, aynı öğrenci yeniden kapısındadır Nazım’ın! Ömer, soğuk karşılanmış olmasının düş kırıklığıyla ayrılır oradan… Nazım Hikmet, Ömer Deniz’in polis olmasından şüphelenerek, Emniyet’i arar ve “Bırakın artık peşimi, asker çocukları göndermeyin bana!” gibi bir cümle kurar.

Yani koca Nazım kendisini Emniyet’e ispiyonlamış olur.

Nazım Hikmet’in 1 Ocak 1938’de Haber gazetesinde “Yaşamak Hakkı” adlı romanı yayımlanmaya başlar. İspanya iç savaşı öncesini anlatan bir romandır bu… Yirmi iki sayı tefrika edilmiştir. Ocak’ın 17’sinde soğuk bir kış gecesi polisler gözaltına alıverirler onu! Ertesi sabah Nazım, İstanbul’dan Ankara’ya gönderilir… Diz boyu karlı bir gecedir, Nazım o geceyi şöyle şiirleştirir:

“Diz boyu karlı bir gece.

Sofradan kaldırılıp,

Polis otomobiline bindirilip,

Bir trenle gönderilerek,

Bir odaya kapatılmakla başladı maceram.”

***

Ankara’da Askeri Cezaevi… Suçlama üzerine suçlama… Harp okulunda Irkçı-Turancı öğrencilerin ihbarıyla öğrenci dolapları altüst edilir… Ve Nazım’ı suçlayıcı uyduruk belgeler bulunur, ortaya çıkarılır… Yargılama yargılamayı izler… 29 Mart 1938 Salı günü on beş yıl ağır hapse mahkûm edilir!

1940 Şubat ortasında Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı Çankırı Cezaevi’ne sevk edilir.

5 Aralık 1940’ta sağlık sorunları nedeniyle Çankırı’dan Bursa Cezaevi’ne nakledilir. İşte Nazım’ın Bursa Cezaevi günleri böyle başlar!

Bursa Cezaevi, Nazım’ın yaşamını derinden derine etkileyen bir yerdir. Üçüncü katta, solda bir odaya yerleştirilir… Oda arkadaşı da ünlü öykücümüz, romancımız Orhan Kemal’dir. Nazım Hikmet bu yeni konumdan mutludur. Jandarma gözetiminde kaplıcalara gidip gelmektedir. Ayrıca Bursa İstanbul’a çok yakındır.

İşte o günlerde Mehmet Cimcoz’a yazdığı bir mektupta şöyle der:

“Günler geçiyor dedim ya, bu sekiz sene hapislikte hiçbir şey öğrenemedimse sevmeyi, sabretmeyi, ümit etmeyi ve dünyayı olduğu gibi ne eksik ne fazla görebilmeyi öğrendim. Böyle bir kazanç sekiz yıllık hapse değer. Şaka etmiyorum, sahi söylüyorum.”

***

Nazım Hikmet öylesine çalışkandır ki bir yandan şiirler yazarken, bir yandan da Tolstoy’un o ünlü yapıtı Savaş ve Barış’ı Türkçe’ye çevirir. Oyunlar, senaryolar yazar…

“Memleketimden İnsan Manzaralarına” başlar ve bitirir… Bu arada cezaevlerinde yatan sanatçı dostlarıyla iletişimini hiç kesmez. Mektuplarıyla Kemal Tahir’i, konuşmalarıyla ve eleştirileriyle ressam İbrahim Balaban’la Orhan Kemal’i yetiştirmeye çalışır. Salt bunlarla yetinmez… Dokuma işlerine verir kendini. Üç tezgahlık bir dokuma işliği kurar. Oradan gelen kazancı da dostları ve yakınları arasında paylaştırır:

“Bu tezgah işinin ne sermayesinde, ne de tasarımında hiçbir ilgim olmadığı halde, Nazım bana da pay ayırmıştı. Bir pay bana, bir veya iki pay Kemal Tahir’e, bir pay Ertuğrul’a iki pay Piraye yengeye, bir pay da kendine…” diyerek konuyu böyle dile getirir Orhan Kemal.

Bursa Cezaevi’ndeki hapisliğinin 12. yılında, Af Yasası kapsamına alınması için açlık grevine başlar Nazım Hikmet. Kendisinin ifadesine göre, “Ayın sekizinde yatacak olduğum açlık grevine ümitle yatıyorum. Yeisle, kederle değil. Bu uğurda ölürsem dahi son nefesime kadar ümitle yaşayacağım” der.

26 Nisan 1950’de açlık grevinden çıkar Nazım Hikmet, serbest bırakılır. Ardından da deniz yoluyla yurt dışına çıkar. Sovyetler Birliği’ne sığınır, yaşamının sonuna dek o ülkede yaşar… Bundan sonraki yaşantısının her evresinde derinden derine büyük bir yurt özlemi çeker. Nereye giderse gitsin, hangi ekonomik koşullar içinde yaşarsa yaşasın bu özlem çığı gibi büyür içinde.

“Karlı Kayın Ormanında” adlı şiirinden alınan şu dörtlük onun ülke özleminin bir imi değil mi?

“Yedi tepeli şehrimde

Bıraktım gonca gülümü

Ne ölümden korkmak ayıp

Ne de düşünmek ölümü.”

“Sen” şiirinde ise yüreğine düşmüş özlem kor, daha bir içten içe yakar onu:

“Sen esirliğim ve hürriyetimsin;

Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin

Sen memleketimsin.”

Evet, bir yazarımızın söylediği gibi “Bu dünyadan Nazım geçti!”

Anlı şanlı bir Nazım geçti… Her zaman bir Türk şairi olarak kalan Nazım geçti!

Dün olduğu gibi bugün de yarın da hep büyük bir içtenlikle anılacak olan Nazım Hikmet!

Bursa eski cezaevinin boz renkli yüksek duvarlarının ötesinde karlı doruğuyla ışıyan Uludağ’ın özlemini, kentin özlemiyle bütünleştirerek içimizde daha da büyüyen Nazım Hikmet!

Büyülü yapısıyla, yüreğinde büyüttüğü insancıl yapısıyla içimizde yaşayacak bu büyük ozan…

118 yaşındaki Nazım Hikmet’i bir kez daha saygıyla anıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.