Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?

Pek çok yazımda bahsedip duruyorum ya “Bu çağın çocukları teknoloji çağı çocukları,onların içine doğdukları bu çağı bir tarafından yakalayamazsak aramızdaki uçurum gittikçe derinleşir” diye.
İşte bu konu üzerine bir festival düzenlenmiş geçtiğimiz günlerde.
Türkiye’nin ilk dijital festivali: “GDOL”
“Generation Do It Onliners”
Yani “Doğuştan Dijital”ler…
Gün boyu büyük keyif alarak izlediğim canlı yayını keşke herkes izleyebilseydi de bu devrin çocuklarını çok daha iyi algılayabilseydi demiştim.
Hem ebeveynlerin hem de yöneticilerin dikkatle izlemesi ve var olan sistemleri bu çağa göre yeniden şekillendirilmesine bir hayli yardımcı olacak bir programdı.
Okuma yazma dahi öğrenmeden her türlü teknolojik aleti son derece doğal kullanabilen doğuştan dijital yeni nesle eski sistemlerle ulaşmak ne yazık ki artık mümkün değil…
****
Bu programda yer alan terimlere göre kimler onliner, kimler offliner bir bakalım bakalım…
90 sonrası doğanlar doğuştan onliners, 90 öncesi doğanlar -bizim gibi- yarı onliners, yarı offliners, bizim dönemde ya da daha öncesinde doğsa da teknolojiyle arası nahoş olanlar offliners.
Her çağ kendi neslini yaratırken, kendi döneminde çağdaş olarak nitelendirilen bir önceki nesli hızla çağdışı bırakıyor.
Hepimiz coşkun akan bir nehirdeymiş gibi bu çağın içinde sürükleniyoruz. Nehrin akış hızını ayarlayan nesil bizi de önüne kattı ve bize bilmediğimiz bir dünyanın kapılarını açtı.
Bu kapıları açarken ilk vurguladığı şey de; bilgiyi öğrenmek değil, bilgiye ulaşmayı öğrenmek oldu…
O sebeptendir ki bilgi yarışmalarında bilgiye ulaşmayı bilen yeni nesil değil, bilgiyi öğrenmiş ve sindirmiş olan eski nesil çok daha başarılı…
Eminim ki zamanla sadece bilgi yarışmalarında kullanılabilecek özelliklerle dolu bu insanlar ortadan kalkacak ve bilgi yarışmaları da şekil değiştirecektir.
Belki de gündeme “Bilgiye İlk Kim Ulaşacak?” yarışmaları gelecektir….
Hâttâ o bile ortadan kalkacak, bu tarz yarışma programları gelecek nesiller tarafından şaşkınlıkla ve hayretle izlenecektir.
****
Teknolojiyle ilk tanışması radyo olan ve o minicik kutuda koskoca bir dünya keşfeden insanların şimdiki teknolojiye akıl-sır erdirememesi elbette ki çok normal.
Ardından gelen televizyon. Santrale gerek kalmadan bağlanan telefonlar. Derken bilgisayarlar, derken koskoca bir bilgisayarı minicik bir alana sığdıran cep telefonları. Ipodlar, Ipadler, tabletler ve akıl almaz bir hızla her gün yeni bir özellikle karşımıza çıkan marifeti büyük kendisi küçük her türlü teknolojik alet….
Pek çok kişi ret de etse, aslında herkes bir şekilde bu çağın tam da ortasında.
****
Hatırlıyorum da; Uzay Yolu dizisini izlerken gördüğümüz bilgisayarları taklit ederek, mukavva kutulardan bilgisayarlar yapıp “Uzay Yoluculuk” oynardık çocukken.
Her şey iyiydi güzeldi de, “ışınlanma” olayını bir türlü çözememiştik…
Gün geldi dünya cebimize girdi.
Hologram mevzusunu saymazsak ışınlanma konusu hâlâ çözülmedi…
“Onliner”lar’dan olmamın ilk adımı Uzay Yolu idiyse de, ikinci adımı ilk bilgisayarımız olan Commodore 64’ün eve gelişi idi. İnterneti ve kasası olmayan o ilk bilgisayarda tanışılan ilk Basic dili terimleri. Ping’ler, poke’lar.”?” leri, “data’lar ile farklı bir dünyanın aralanan kapılarından içeri sızmak beni büyülemişti…
Neredeyse kırılacak kadar kuvvetle asılınan ve bütün hırsın joystick’ten alındığı atari oyunları. Pit Stop, Choplifter, Saucer Attack….
Game Boy’un ortaya çıkışı ve çılgınca bir bağımlılıkla oynanan Tetris… Kırılan rekorlar, level üstüne level atlamalar.
Pac Man, Dr. Mario ve daha niceleri…
Ve sonra gerçek bir bilgisayarın başına oturma. Bilgisayarda delicesine oynanan strateji oyunu Age of Empires. Bakılan her yerde görülen askerler, kulaktan gitmeyen madende çalışanların kazma kürek sesleri ve oyunlardan sıkılıp başka mecralar arama.
ICQ günleri, MSN, Facebook, Twitter, Whatsapp, Viber, Tango…
Ve işte kablosuz ama neredeyse sürekli şarjda aletlerle dolu, iletişimde sınır tanımayan teknoloji çağı….
****
Öğretmenin sorduğu;
“Edison elektriği bulmasaydı ne yapardık?” sorusuna
“Televizyonu mum ışığında izlerdik öğretmenim!” diyen, gözünü televizyona açmış çocuğun verdiği cevap ne kadar da doğal değil mi?
Şimdiki zamanda gözünü dijital çağa açmış bir çocuğa yöneltilecek “Vinton Cerf interneti icat etmeseydi ne yapardık?” (Ki Vinton Cerf, 1970’lerde genç bir matematik mühendisi iken, kulakları duymayan karısı dünyayla rahat iletişim kurabilsin diye interneti icat etmişti.) sorusunun cevabı ne olurdu acaba?
Çocuktan önce kendimize soralım;
Sahi, ne yapardık?
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.