Dijital Teşhir Çağı

İnsanoğlu kendi varoloşu hakkındaki keşiflerinde ne kadar gerilere gidebilir?
Adem ile Havva’ya kadar mı?
Yoksa dünyanın ilk yaratıldığı, ilk canlı organizmanın canlandığı, bilinmeyenlerle dolu isimsiz çağlara kadar mı?
Meraklıdır insan denen canlı. Elindeki imkânları kullanarak gidebildiği kadar gider gerilere.
Ulaşabildiği her zaman dilimini de devirlere böler.
Taş Devri der mesela. Onu da ikiye ayırır. Yontma Taş der, Cilalı Taş der…
Yontma Taş Devri diyerek adlandırdığı o zaman diliminde yaşayan insanların mağaralarda ve ağaç kovuklarında barındıklarını keşfeder. Yiyeceklerini avcılık ve toplayıcılıkla elde eden bu insanların o dönemlerde henüz hiçbirşey üretmeyi bilmiyor olduklarını öğrenir.
Bu dönemdeki insanlar çevrelerinde bulunan taştan el baltaları ile, kesici kazıyıcı ve delici aletler yapmışlardır. Yani “taş”ı yontmuşlardır.
Devrin sonlarına doğru ateşi bulup, bu sayede soğuktan ve vahşi hayvanlardan korunmayı sağlamış ve yiyeceklerini de pişirip yemeye başlamışlardır.
Cilalı Taş Devri’ne gelindiğinde ise evler yapıp köyler kurmayı, ekip biçmeyi öğrenmiş, yani üretici olmuşlardır. Topraktan çanak çömlek yapıp bunları ateşte pişirerek daha dayanıklı ve kullanışlı hale getirmişler, bazı hayvanları evcilleştirmişlerdir.
Bunların ardından insanoğlunun Maden Devri dediği zaman dilimi başlar.
O da kendi içinde üçe ayrılır: Bakır, Tunç, Demir olur.
İnsanlar bu devirde doğada çok bulunan ve kolay işlenen bakır madenini kullanmışlardır. Sonraları, bakır ve kalayın karışımıyla tunçu elde etmişlerdir. Haliyle, tunçtan yapılan aletler, bakırdan yapılan aletlerden daha sert ve daha dayanıklı olmuştur.
Maden devrinin sonlarına doğru da insanlar demir madenini kullanmışlardır.
****
Bu devirlerin ardından “çağ”lar başlıyor.
İlk Çağ, yazının bulunuşu (M.Ö. 3200) ile başlayıp, M.S. 375’de Kavimler Göçü’ne kadar devam ediyor.
Orta Çağ, Kavimler Göçü’nden (375) başlayıp, Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u almasına kadar sürüyor.
Yeni Çağ, Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u alması ve Bizans İmparatorluğu’na son vermesi ile başlayıp, 1789 Fransız İhtilali ile sona eren eriyor.
Yakın Çağ da, 1789 Fransız İhtilâli’nden zamanımıza kadar süren çağa verilen isim.
Günümüze kadar diyoruz da, aslında tam ortasında bulunduğumuz Teknoloji Çağı’nı atlıyoruz.
Teknoloji Çağı’nın başlangıcı da bilgisayarın ve internetin icad edilmesi olsa gerek.
Ya da daha gerilere gidersek radyo, telgraf, telefonun icadı. Hâttâ ve hâttâ elektiriğin keşfi..
Teknoloji Çağı’nın olmazsa olmazı olan bilgisayarların adım adım hayatımıza girme evrelerine şöyle bir göz atalım;
Şimdi kullandığımız bilgisayarlar 70’li yılların ortasında henüz gelişimlerinin ilk aşamasında bulunuyorlardı. Bill Gates ve Paul Allen’ın 1974 yılında geliştirdikleri yazılım dili BASIC sayesinde bilgisayar kullanıcıları programlarını kendileri yazabiliyorlardı.
60’ların başında başlayıp 69’da hayata geçen internet ile birlikte kolaylaşan bilgi paylaşımı önce küçük bir çevrede ve karmaşık bir sistemle başladı. Daha sonra hızla yayılmaya başlayarak bugünlere geldi ve dünyayı ayaklarımızın altına serdi.
Harward’lı bir öğrenci olan Mark Zuckerberg’in 2004 yılında henüz 20 yaşındayken kurduğu sosyal paylaşım sitesi Facebook, oturduğumuz yerden dünyaya açılan bir pencere oldu ve hayatlarımıza bambaşka bir boyut kazandırdı.
(Tabi bu pencerenin artık ne kadar büyüdüğünü ve hayatımızın tam da ortasına kendi ellerimizle, gönüllü olarak yerleştirdiğimiz “gizsiz” bir kamera olduğunu da unutmayalım.)
Facebook’un ardından 2006 yılında Jack Dorsey tarafından geliştirilen Twitter farklı uygulamalarıyla insanların vazgeçilmezi olunca özel dediğimiz her ama her durum, an be an dünya yüzündeki her insanla paylaşılmaya başlandı.
Facebook ve twitter gibi pek çok program ve onları destekleyen yan programlar türedi. Fotoğraf ve müzik paylaşımları zirve yaptı.
****
Teknolojik Çağ’ın alt açılımı olan Dijital Çağ’ın nimetleri ve kablosuz iletişim sayesinde en son olarak geldiğimiz noktadaki Çağ’a bir isim vermek istedim kendimce.
Siz de katılır mısınız bilmem ama Ben’ce bu çağın adı Teşhir Çağı olmalı.
Görüyoruz; ünlü-ünsüz herkes (hepimiz) hayatını pervasızca kameralar karşısında yaşıyor.
Ve bu çılgınlık bütün dünyayı sarmış durumda.
Telefonların birer fotoğraf makinesi ve birer bilgisayara dönüşmesi ile birlikte her ama her durum anında görüntülenerek internet vasıtasıyla sosyal medya ortamına sürülüyor. Sıcak sıcak servis edilen görüntülerin taze kalma süresi, arkadan gelen diğer bir paylaşımın sunulmasıyla sona eriyor.
En iç gıcıklayıcı görüntüleri paylaşanların görüntülerinin gündemde kalma süresi dahi gittikçe kısalıyor.
Onlar da daha çok ilgi çekmek için daha fazla iç gıcıklamak zorunda kalıyorlar…
Teşhir enflasyonunun insanlar üzerinde yarattığı doygunluk eminim ki zaman içinde bıkkınlığa dönüşecektir.
Açlığın bastırılması için önce gözün doyması gerekiyor galiba.
Ki tokgözlü olalım.
Ki ağzımız suyu herşeye akmasın…
****
Perde arkasında olduğu bilinen ama yüzü bir kez dahi görülmeyen sevgiliye duyulan aşklardan nerelere geldik değil mi?
İyi mi oldu kötü mü oldu bilmem ama bilinmeyene duyulan merağın ateşini biraz hafiflettiği bir gerçek.
En azından; zihinde yaratılan bir hayalle değil de, iyisiyle kötüsüyle capcanlı bir gerçekle karşı karşıyayız…
Oyunda rest var, pas var, rölans ve iflas var.
Lâkin,
Kartlar açık olduğundan,
Blöf yok…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.