Bu kez Ayşe Kulin ‘dokundu’ bana

Bir yemeği pişirirken o yemeğin lezzetli olmasını sağlayan pek çok etmen vardır malum.
Önce malzeme iyi olacak, sonra da ocak başındaki aşçı.
Diğerleri nelerdir derseniz, kaşığından kepçesine, ateşin hararetinden tencerenin büyüklüğüne kadar her şey derim.
Ha bir de el denen bir şey var ki, aynı şartlarda, aynı malzemeyle, aynı anda yapılan yemeklerde bile farklı lezzetlerin çıkışını ancak o el ile açıklayabiliriz.
Her işte olduğu gibi bir kitabın ortaya çıkışında da pek çok etmen önemli.
Önce yazar iyi yazacak, sonra da yayıncı işi iyi kotaracak.
Roman gibi uzun yazılarda devamlılığı sağlamak zor iş mesela. Aklındakileri kaçırmamak ve konuyu farklı mecralara kaydırmamak derken, yazma esnasında yazım kurallarına pek dikkat etmez yazarlar.
Marifet yaratmaktadır zaten.
Hem nasılsa her yayın evinin bir editörü vardır ve yazıyı toparlamak da onun ustalığındadır.
Peki, ya editör yazım kurallarından bihaberse?
Ya da omuzlarındaki sorumluluğun bilincinde değilse?
En son Ayşe Kulin’in son romanı olan Tutsak Güneş’i okudum. Hem de iki günde.
Kitap Everest Yayınları’ndan yayınlanmış ve editörün de Cem Alpan olduğu yazıyor iç kapakta .
Anlatımını çok sevdiğim Ayşe Kulin’in romanına başladım bir hevesle ve bitirdim çabucak.
Bu kadar kısa sürede bitirişimin nedeni ise sadece benim “merakım”dandı.
Ne yazık ki “Romanın sonu nasıl bitecek acaba?” merakı değil de, “Bakalım sayfalarda bizi daha kaç hata bekliyor? merakıydı bu merak…
Daha önce de pek çok kitabını okuduğum, yayınlanmış 30’a yakın kitabı olan Ayşe Kulin’in son kitabını hiç sorgulamadan almıştım elbet.
Yıllardır büyük kitlelerce okunup ödüller almış, romanları sinema filmi olmuş bir yazardı nihayetinde.
Kitabın konusunu sevip sevmemekten bahsetmeyeceğim size. Bir iki kez karşıma çıkan mantık ve kurgu hatalarını da söylemeyeceğim. Anlatım dilinin de aşina olduğum Kulin dili olmadığını göz ardı edeceğim.
Bunların hepsi konu dışı.
Yazar bu romanında bambaşka bir tarz deneyip hayallerinin sınırlarını zorlamak istemiş olabilir.
Fakat iş yazım kurallarına ve noktalama işaretlerinin kullanımına gelince, yazının okunma kaderi işte orada ortaya çıkıyor.
Okumaya başlamamın akabinde olmayacak hatalar çıktı karşıma tek tük. Bir, üç, beş derken basit hatalar iyice canımı sıkmaya başladı. 87. sayfaya geldiğimde neredeyse 10’a ulaşmıştı hatalar. En yapılmaması gereken -de’ler, -da’lar, -ki’ler devreye girince, yazıyı okumak benim için keyif olmaktan çıktı ve adeta hayalet avcılığına döndü.

Her okuduğum yazıyı istemsizce tarayan ben, istemlice taramaya başladım sayfaları.
Sayfalardaki olmayacak hataları gördükçe gözlerime inanamıyordum.

Ondan sonrasında yakaladığım her hatanın fotoğrafını çektim ve yaklaşık 30 fotoğraf etti rakam.

Dediğim gibi, yapılan hataların hepsi de çok basit hatalardı işin kötüsü.

Onlar mı farkında değillerdi hataların, yoksa okuyanların fark bile etmeyeceğini mi düşünmüşlerdi bilmem.
Hangisi daha kabul edilebilir, karar sizin…
Kitapta benim dikkatimi çeken bir diğer şey de cümlelerdeki virgül enflasyonuydu.
Sanki avucunuza yüzlerce virgül almışsınız ve güvercinlere yem atar gibi sayfalara saçmışsınız da, saçılan o zavallılar olur olmaz nereye denk gelmişlerse orada kalmışlar.
Ve o virgüller cümleleri lüzumsuz yerlerinden böldükleri için yazının tadını kaçırmışlar.
****
Yazarken klavye sürçmesinden olsun, zamanında yanlış öğrenilmeden olsun, beynin yanlış yazılanı doğruya çevirme yeteneğinden olsun, biliyorum ki herkes yazarken hata yapabiliyor.
Fakat bir yazı kitap haline gelene kadar kaç kerelerce elden geçiyor?
Üstelik rafa çıkan bir kitap okuyucudan bedel talep ediyor.
Okuyucu ona hem ömründen bir parçayı, hem de kesesinden bir meblağı ayırıyor.
Satın alınması için reklamları boy boy yayınlanmış bir kitabın, okuyucunun karşısına bu halde çıkmış olmasını ben hazmedemedim açıkçası.
Bir okur olarak çok hafife alındığım hissine kapıldım.
Okuyan herkes imlâ kurallarını derinlemesine bilmek zorunda değil ama insan okuyarak iyi bir dilin nasıl olması gerektiğini öğrenir. O yüzden bir kitap, dil bilgisi konusunda önemli bir öğretmendir aynı zamanda. Bunun bilincini ve sorumluluğunu taşımalıdır yazın dünyasındaki her birey.
En bilinen ve güvenilen yazarın kitabında dahi 30’dan fazla hata olursa, bence bunun sorumlusu yayın evinden editörüne, yazarından kitabı okuyup da hataları görmeyenine kadar herkestir.
**** 
Kitapla haşır neşir olduğum iki günün sonunda düşündüm ki;
Kulin’i Eylül 2013’de bir söyleşisinde izleyip izlenimlerimi Ayşe Kulin’e dokunmak… başlığı altında anlatmıştım. O gün kendisini izlemekle ben ona böyle ‘dokunmuştum’.
Şimdiyse Ayşe Kulin benim okurluğuma ve yazarlığıma böyle ‘dokunuyordu’.
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.