Bir Toplumu Dönüştürmek

Tarihin tekerleğinin genel olarak ileri doğru döndüğü düşünüldüğünde, bir toplumu dönüştürmenin de olumlu yönde dönüşümünden söz edildiği var sayılır. Ancak yaşananlara bakıldığında tarihin tekerleğinin bazen geri doğru döndürülebildiği, sonuç olarak o toplumun ters yönde geçici bir dönüşüm içine girdiği de görülmüştür. Bu durum sadece az gelişmiş ülkelerin başına gelen bir durum değildir.
Toplumu dönüştürmek dediğimizde aklımıza ideal durum olan bütüncül dönüşüm, yani, başta eğitim olmak üzere, kültür, ekonomi, sanayi-teknoloji, sanat başta olmak üzere yaşamın her alanında ileri doğru gelişme gelir. Ancak yüzlerce yıllık gelişme sürecinin niteliksel sıçraması ile gerçekleşebilecek bu ideal durum neredeyse dünyanın hiçbir ülkesinde böyle olmamıştır.
Pek çok ülkede ortaya atılan bir önder toplumu önce bir yönde ileri fırlatmış, bu fırlamanın kalıcı olması halinde diğer gelişmeler bunu izlemiştir. Bazen askeri, bazen siyasi, bazen bilim, ender olarak sanat alanındaki kahramanlar toplumların gelişiminin motor gücü olmuştur. Din alanındaki önderlerin toplumu dönüştürüp ilerletmesi bin yıllar ötesinde kalmıştır. Toplumların ara sıra karşılaştıkları geri yöndeki dönüşümlerde de aynı kural işlemekte ve ne yazık ki son zamanlarda din alanındaki “önderler” bu ters dönüşümün en önünde yer almaktadır. Yakın tarih bu tür örneklerle doludur. Bu tablo sadece az gelişmiş ülkeler için değil görece gelişmiş ülkeler için de bir utanç tablosudur.
İkinci paylaşım Savaşının geldiğini gören ünlü yazar Stefan Zweig 1936 yılında yazdığı “Vicdan Zorbalığa karşı” adlı eserinde bu tersine gelişimi şöyle açıklıyor: “ … nasıl ki insan bünyesi iklim değişikliklerinden veya değişen hayat şartlarından ilk başta rahatsız olsa da sonradan onlara alışıyorsa, halklar da egemenliğin yeni biçimlerine şaşılası bir hızla uyum sağlar. Aradan bir süre geçince şiddet dolu yeni zamanları, daha çok sevdikleri o eski zamanlarla karşılaştıran küskün yaşlı kuşak ölüp gitmeye başlar; onların ardından yeni geleneğin içinde büyümüş bu yeni ideali son derece doğal, mümkün olabilecek tek ideal olarak gözü kapalı kabul eden bir gençlik yetişmiştir. Bir halk, bir idealin peşinde, her zaman tek bir kuşak içinde bile kesin bir biçimde değiştirilebilir.”
Ünlü yazar bu değerlendirmeyi Avrupa’da dinsel gericiliğin en katı şekilde yaşandığı döneme ilişkin belgeleri inceleyerek yapıyor. Bu değerlendirmeyi de ne yazık ki yaklaşık 500 yıl sonra ülkemizde birileri yeniden yaşama geçirmek için “dinini ve kinini unutmayan” genç bir nesli yetiştirme peşine düşüyor. Günümüzde oy verme yaşında olan 18-30 yaş arası kuşağın son 15 yılını hep aynı siyasal iktidar altında yaşadığı düşünülürse popülist 18 yaşında milletvekili seçme politikalarının hangi amaca yönelik olduğu anlaşılabilir.
Stefan Zweig bu öngörülerinin doğru çıktığını 2 yıl içinde görüyor ve İkinci Paylaşım savaşının çıkması ile birlikte önce ABD’ye, ardından da Brezilya’ya göç ediyor. Savaşın bittiğini göremeden 1942 yılında karısı ile birlikte umutsuzluk içinde intihar ediyor. Ancak geriye Ortaçağ Avrupa’sındaki gelişmelerden çıkardığı şu umut dolu sözlerini bırakıyor: “Bir kasın aralıksız olarak fazla gergin, fazla kasılı kalamayacağı gibi, bir tutkunun sürekli akkor hakini koruyamayacağı gibi, din diktatörlükleri de müsamahasız radikalliklerini asla devam ettiremez. Onların baskısına acılı bir şekilde katlanmak zorunda kalan, çoğu kez tek bir kuşak olur… Geniş planda, diktatörlükler insanlık için kısa süreli düzeltmeler anlamını taşır. Tepkisel biçimde hayatın ritmini duraklatan her şey, aslında kısa bir gerilemenin ardından onun daha hızla ilerlemesine yarar. ”
Kendilerine hangi siyasal rüşvetler verilirse verilsin Cumhuriyetin kazanımlarını yaşamış Türk gençliği “kindar ve dindar” kışkırtmalarına kapılmayarak acılı kuşak olmayı reddedecek, tarihin tekerleği toplam olarak asla geriye döndürülemeyecektir.
Önümüzdeki 16 Nisan’da yapılacak halk oylamasında “hayır” demeyi başaracak yığınlar yeni atılımlarla toplumu ileri doğru dönüştürmeyi başaracaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.