Ben büyürken…

Mesafeler çok uzun, merdivenler çok dik, dolap rafları çok yüksek, masa ayakları çok geniş, kapı zilleri ulaşılmaz, şekerler-çikolatalar vazgeçilmez, uzun günlerde zorla yatırılan öğlen uykuları dayanılmaz.
Yaz günleri bitmez, kış geceleri tükenmez.

Pazartesiden cumaya, cumadan pazartesiye ağır ağır sürüklenen okul günleriyse hiç geçmez.
Annen çok şişman, anneannen çok yaşlı, ablan çok büyük, baban ENN büyük ise; sen küçüksündür… Hem de küçücüksündür…
Adımların küçük, boyun kısa, sesin ince, bedenin zayıf, bakışların ürkektir…
İlkokuldayken Orman Bölge Şefi’nin oğluyla aynı sınıftaydım. Ya ders çalışmak ya da bahçelerinde oynamak için zaman zaman onlara giderdim. Evimiz şimdilerde Halk Bankası’nın olduğu yerdeydi ve Orman Bölge Şefliği bizim eve ÇOK UZAKTI.  O kadar uzaktı ki, ben yürürken o ev gittikçe uzaklaşır, benden kaçardı sanki. Oraya bir türlü ulaşamayacağımı düşünürdüm…
Evden çıkarken annem çok dikkatli olmamı tembihlerdi hep. Karşıdan karşıya geçerken dikkat etmem gereken trafik keşmekeşi yoktu belki ama o dönemlerde her türlü küçük taşımacılık için kullanılan at arabaları da oldukça tehlikeliydi…
Cumhuriyet Alanı’nın diğer tarafına kendi başına geçmek ise büyük cesaret isterdi.
Alan’dan ötesi başka bir memleketti sanki. Ve büyük teyzemler o bambaşka memlekette yaşıyorlardı.
Anneannem genelde bizimle kalırdı, zaman zaman da diğer kızlarına giderdi.  Bizden gideceği zaman gideceği yere kadar çantasını taşımaksa bana düşerdi. Mantosunu giyer, siyah krep kumaştan başörtüsünü takar, eğer hava soğuksa atkısına sarınır, küçük kahverengi çantasını bana verir ve birlikte Cumhuriyet Alanı’ndan geçerek giderdik büyük teyzemlere. Sonra o yoldan geriye tek başına dönme sınavını başarıyla verirdim her seferinde.
Diğer teyzeme gitmekse kolaydı. Evleri Cumhuriyet Okulu’nun karşısındaydı. Aynı adadaydık yani. Ne cadde, ne de sokak atlıyordum onlara giderken. Kaldırımdan inmeye bile gerek yoktu.
Okula ya da teyzeme giderken de dönerken de çocukları çok seven Kahveci İhsan amcaya yakalanmamak çok önemliydi sadece. Kendisinden kaçarken Hal dükkanlarındaki Yoğurtçu Sebahattin’den aldığım ve eve gelene kadar kaymaklarını bitirdiğim yoğurtları birkaç kez dökmüşlüğüm vardır. Bazen de yolumu değiştirip Hal’in içinden dönerdim eve.
İmaret Camisi, Canbolu mahallesi, Esentepe, Hastane, Lise.. Hep çok uzak yerlerdi.
Cezaevini dışından dahi görmemiştim.
Ortaokula başladığımda henüz 10 yaşındaydım. Okula gittiğim ilk günü hatırlamıyorum bile.
Belki ablam ile gitmişizdir. O zamanlar bana çok uzak gelen o yolun ben büyüdükçe ne kadar kısaldığını, hatta arkadaşlarımla okuldan dönerken yol bitmesin diye farklı yollardan dolaşa dolaşa eve geldiğimi hatırlarım.
Ben büyüdükçe her şey küçülmeye başlamıştı. İnsanlar da artık eskisi kadar yaşlı değillerdi. Onüç yaşlarındayken onsekizde olanlara gıptayla bakardım da, kendim o yaşa geldiğimde değişen hiçbir şey olmadığını hayal kırıklığı içinde gördüm.
Sonra yirmi sekizler oldu, otuz sekizler ve şimdi de kırk sekiz…
On’lu yaşlara çok küçük, yirmiler ve otuzlara çok genç dediğim günlerdeyim artık..
Yaşlılık değerlendirmesiyle ilgili bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim; Çok gençler ve çok yaşlılar trafikte biraz tehlikelidirler bilirsiniz.  Birisi fazla seri ve dikkatsiz, diğeri de fazla yavaş ve yine dikkatsizdir…
dönemlerde kendisi yetmişli yaşlarda olan babamla trafikteyiz. Arabayı kullanan benim. Trafiği altüst edecek kadar ağır gitmekte olan bir araç var önümüzde.
Yanından geçerken sürücüsüne dikkat ettiğimde sürücünün yaşının biraz büyükçe olduğunu görüyorum.
Kendini bilmez bir hadsizlikle ortaya bir laf atıyorum:
“Bir yaştan sonra insanlara araba kullandırmayacaksın!”
Babamdan hafif alaycı bir ses tonuyla gelen soru oldukça vurucu:
“Kaç yaştan sonra mesela?”
Kırdığım potun farkına varıyorum ve bu durumdan nasıl hasarsız çıkabilirim diye beynimin içinde müthiş bir çalışma başlatıyorum. Cevabım milisaniyelerle hazır hale geliyor ve hemen söylüyorum:
“DOKSANBEŞ!!”
Cevabım oldukça politik ve tatmin edici. Babamın hınzırca gülümsemesiyle yolumuza devam ediyoruz…
O anda bana en uzak gelen yaş o. “Kendim o yaşa gelince yaşlılık için yeni bir durum değerlendirmesi yaparım nasılsa” diye düşünüyorum içimden…
Bütün değerlendirmeler kişinin yaşadığı günlerle ve zamana orantılı değişiyor…
Her zaman “şimdiki zaman”da yaşayacağız.
Yeter ki “geçmiş zaman”ların bizi “gelecek zaman”lara taşıdığını unutmayıp, yaşadığımız zamanların her anını fark ederek, üzerine basa basa yaşayalım..

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.