Bedelli Askerlik Üzerine

24 Haziran seçimleri öncesi bedelli askerlik konusu tartışmaya açıldı. Bedelli askerlik konusu ilgili herkesin kendi kısa vadeli çıkarı açısından tartışılıyor. Tartışma bir bütünlük içinde yapılmayınca esas nokta gözden kaçıyor. Bu konuda esas çıkarı olanlar gözden kaçıyor.
Konuya ekonomik açıdan bakanlar, hükümetin bütçe açığının kapatmak için konuya böyle yaklaştığını öne sürüyor. Askerlik çağında olup da askerlik görevine başlamayanların sayısı ile söz konusu bedel çarpıldığında ortaya gerçekten de önemli bir rakam çıkıyor.
Aileler ve gençler, sürmekte olan terör olayları ve her gün gelen şehit cenazeleri açısından konuya tedirginlikle yaklaşıyor. Bazıları Türk Silahlı kuvvetlerindeki mevcut fazlasını öne sürerek bedelliyi savunurken, sözde solcu aydınlarımız ile “vicdani retçiler” de kampanyada yerini alıyor.
Bu tartışmalardan ayrı, ama paralel olarak da profesyonel askerlik konusu gündemde tutuluyor. Son yıllarda devreye sokulan “uzman er ve erbaş” uygulamasına olan talebin işsizler ordusunun çözümsüzlüğü üzerinden yürüdüğü göz ardı ediliyor.
Esas konunun, dünyanın sayılı ordularından olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin temel dayanağı, “vatan görevi” kavramını bitirmek olduğu gözlerden kaçıyor.
Devşirme yöntemine dayalı Yeniçeri ocağının kaldırılması ve Osmanlı devletinin güçsüzleşmesi ile artık yürümeyen Tımarlı Sipahi sisteminin yok oluşu sonrasında 3 Kasım 1839 tarihinde zorunlu askerlik sistemi ilk kez vergi vermek ile birlikte “vatan görevi” olarak tanımlandı. Bu çerçevede azınlıklara zorunlu askerlik konsa da beraberinde bedelli sistemi de getirilerek askerlikten bir kaçış noktası yaratıldı. Bu nedenle zorunlu askerliğin tam olarak uygulanamaması halk türküleri yarattı.
Sefertası bakırdandır.
Yemen yolu çamurdandır
Zenginimiz bedel öder
Askerimiz fakirdendir.
Sözleri buradan doğmuştur. Zorunlu ve adil askerlik sistemi Birinci Paylaşım Savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında uygulanmaya konulsa bile Ortaçağ karanlığı bu uygulamanın önünde en büyük engel olmuş, ancak en önemli Cumhuriyet devrimlerimizden birisi olan Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması ile zorunlu askerlik tam olarak uygulamaya başlamış, Cumhuriyetin bütün erkek yurttaşları asker ocağında aynı karavanayı paylaşarak eşitlenmiştir. (Tekke, Zaviye ve uyduruk medreselere giden gençler önceleri askerlikten muaf olabiliyordu.)
Asker ocağı, zengin çocuğu ile fakir çocuğunun kader birliği yaptığı, aynı karavanayı birlikte hazırlayıp birlikte paylaştığı, gerektiğinde birlikte ölüme yürüdüğü, ölünceye kadar süren dostlukların kurulduğu yerdir. Bütün hikâyeleriniz tükenir, askerlik anılarınız tükenmez.
“Askerlik yapmayana kız bile vermezler” sözünün gerçeğini askerlik yapmayanlar bilemez. Asker ocağı okuma yazma bilmeyenlerin okuma yazma ötesinde meslek öğrendiği yerdir. Ülkenin Doğusundaki gerçekleri bilmeyen, görmeyen gençlerin Doğu gerçeğini, Batı’yı görmeyenlerin de uygarlığın daha ileri boyutlarını görüp yaşadığı yerdir.
Asker ocağında sadece savaşma yeteneği değil, marangozluktan, terziliğe, şoförlükten, sağlıkçılığa, haritacılıktan tornacılığa, aşçılıktan oto tamirciliğine kadar hayata dair her şey öğrenilirç. Gencecik delikanlılar doğum kontrolü kavramını bile asker ocağında öğrenir. Erbaş ya da yedek subay olarak askerliğini yapanlar, okuma yazma bilmeyenden üniversite eğitimini terk edenlere kadar her seviyeden genci aynı anda sevk ve idare etme becerisi kazanır.
Cumhuriyet, Osmanlıdan farklı olarak vatan görevleri arasına askere gitme ve vergi verme ötesinde oy verme görevini de yüklemiştir. Oy verme zaman içinde liderler sultasına dönüşmüş demokrasi seçimden ibaret bir düzene indirgenmiştir. Vergi sistemi bordro mahkûmlarının kaynağında kesilen vergiler ile vasıtalı vergilere indirgenmiş, bunun dışında vergi çok kazananların dilediği kadar vergi ödediği bir mali yapıya dönüşmüştür.
Şimdi sıra en temel vatan görevi olan zorunlu askerlik sistemini tahrip etmeye gelmiştir. Zenginlerin para karşılığında askerlikten kurtulduğu, şimdilik fakirlerin askere gittiği, daha ileriki dönemlerde ise paralı askerlik ile iş bulamayan gençlerimizin para karşılığında yaptıkları “iş” haline getirilmek istenmektedir. Bu durumda gençlerimizin bir vatan savunması halinde şehit ya da gazi olmaları da “iş kazası” olarak mı görülecektir?
Vatan için gönüllü irade ile özveride bulunmak ulus olmanın en temel unsurlarındandır. Şimdi tahrip etme sırası buraya gelmiştir.
Asker fazlası varsa, askerlik süresini düşürmek, ama her Türk gencini aynı karavana başında buluşturmak çözülmesi bu kadar zor bir sorun değildir. Gençlerimiz bu görevi seve seve yapacaklardır. Bu görevin adil olarak yerine getirilmesi koşuluyla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.