Batı Trakya’dan başkan adaylarına açık mektup

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Değerli Kardeşlerim,

Başkan adaylarından Sayın Temel Karamollaoğlu, Sayın  Doğu Perinçek ve Sayın Selahattin Demirtaş’ın dışındaki adayların her biri değişik zamanlarda Batı Trakya’ya geldi. Yunan uyruklu Batı Trakya Türkleri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı, Sayın Meral Akşener’i ve Sayın Muharrem İnce’yi yakından gördü, tanıdı, konuştu. Bölgemize gelen ve gelmeyen bütün adaylar, Lozan Barış Antlaşması’ndaki tanıma göre, Batı Trakya Müslüman azınlığının sorunlarını, ihtiyaçlarını, Türk milletine olan aidiyet duygularını, Türk-Yunan dostluğuna olan duyarlılıklarını bilirler.

Bir çınar ağacının Yunanistan’da kalmış dalı olarak çınarın ana gövdesinde olup bitenlere ilgisiz kalmamız beklenemez. Gerçekte, Yunan uyruklu Batı Trakya Türk azınlığı Türkiye gerçeğinin küçük bir kopyasıdır. Hani, anasının kızı derler ya, aynen öyle.

Bu gerçekten hareketle, müsadenizle, Azınlığın bir aydını olarak başkanlık ve seçimi konusundaki düşüncelerimi sizler ve Türkiye halkı ile paylaşmak istiyorum.

Türk Devrimi’ne dayandırdığım mektubumda sizlere ve necip Türk milletine seslenişimi, Cumhur İttifakı’nın protokolünde yer alan, Devrim’in temel hedeflerinden biri olan “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” bağlamında neden onuncu yıl marşları yazılmadı sorusunu tartışmaya açarak başlamak istiyorum.

Onuncu yıl marşları yazılmayışının nedenlerini, birinci onuncu yıl marşının yazılmasına olanak sağlayan Devrim’in ekonomi politikasında aramak gerekir diye düşünüyorum.

İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Yeni Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey değildir.” sözleriyle ekonominin bireylerin ve  milletlerin yaşamında ne denli önemli olduğuna dikkat çekti.

Devrim’in ekonomi politikasının ne olması gerektiği konusunda Kongre’de yapılan istişareler sonucunda varılan uzlaşma, özel ve devlet sektöründen oluşan devletçi karma-ekonomi politikasıydı. Türk Devrimi’nin devletçi karma-ekonomi politikasını emperyalist ve sosyalist ekonomilerdeki devletçilikten ayırt eden en belirleyici özelliği, devletçiliğin halkçılık ilkesi temelindeki uygulamasıdır. Altı Ok’un devletçilik ilkesindeki kertik bu niteliksel farklılığı simgeliyor. İşte, birinci onuncu yıl marşının yazılmasına olanak sağlayan, devletçi karma-ekonominin halkçılık ilkesidir.

Gazi Mustafa Kemal’in açış konuşmasındaki, “Bizim halkımız yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil, tersine varlıkları ve çalışma sonucu birbirine lâzım olan sınıflardan ibarettir.” ifadesi, düşünüldüğünde, Türk Devrimi’nin ana mayasının halk ve halkçılık  olduğu kolayca fark edilir. Konuşmasının sonlarına doğru sözlerindeki şu vurgu bunun somut kanıtıdır:  “Bugün var olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını umduğumuz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Rahat ve mutlu olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler. Bundan dolayı programdan söz edildiği zaman, âdeta denebilir ki, bütün halk için bir “Emek Misak-ı Millisî”dir.”

 Sizlerle onuncu yıl marşının son dörtlüğünden şu iki dizeyi paylaşmak istiyorum:

“Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;”

Bugünkü Türkiye gerçeğine baktığımız zaman görülen; imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış millet değil, tam aksine, imtiyazlı, sınıflı bölünmüş millet. Çünkü Atatürk’ün ölümünden sonra halkçılık ilkesi giderek terk edildi. Devletin malı deniz, yemeyen keriz zihniyetindeki siyasi iktidarların özel sektörü öncelikleyen politikaları sayesinde devletçi karma-ekonomi, emperyalizmin kıskacında, hukuku içselleştiremeyen kapitalist ekonomiye dönüştü. Millet; laik ve dindar zenginler ve fakirler diye ikiye bölündü. Atatürk’ün ölümünden sonra onuncu yıl marşları yazılamadıysa, bunun nedeni, iki Mustafa’ya ve Devrim’in ana mayası olan halka ve halkçılığa yabancılaşılmış olunmasıdır.

Ülkenin bekasına ve milletin refahına meydan okuyan iç ve dış sıkıntıların sarmalından çıkış yolu nedir?

Batı Trakya Türk azınlığının bir aydını olarak, iki Mustafa’nın ve halkçı karma-ekonomi modelinin çıkış yolu olduğunu düşünüyorum. Sizlerin yerinde olsaydım, necip Türk milletine meydanlarda iki  Mustafa’nın askerleri olduğumuzu söylerdim. Küresel rekabet sürecinde onurlu bir yer edinmek ve insanlığın esenliğine katkıda bulunmak için, özel ve kamu sektöründen oluşan halkçı karma-ekonomi modelini anlatırdım.

Özel sektörün ne olduğu biliniyor. Bilinmeyen, kamu sektörü.

Nedir bu?

Bu, şudur: Özel sektörde üretim araçları üzerinde patronların nasıl mülkiyet hakkı varsa, kamu sektöründe de çalışanların her birinin üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkı vardır. Üretim araçları zenginlik kaynağı olduğuna göre, özel ve kamu sektörlerinde üretilecek zenginlik, milletçe zenginleşmeyi sağlar. Kamu sektöründe çalışanlar üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibi olduklarından, ister başkanlık ister parlamenter sistem olsun, ekonomide kurulacak böyle bir yapıda siyasi iktidarların devletin malı deniz, yemeyen keriz zihniyetiyle hareket etmeleri adeta imkânsız hale gelir.

Özetle söylemek gerekirse,  iki Mustafa’nın ekonomi modeli olan halkçı karma-ekonomi; Türkiye’nin beka, milletçe maddî ve manevî zenginliğinin ve muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmanın güvencesidir.

Mektubuma son verirken, sizleri ve necip Türk milletini iki Mustafa’nın aydınlık yolunda, onların ekonomi modelinde uzlaşmaya, Devrimi demokrasi koşullarında devam ettirmeye davet ediyorum.

Saygılarımla.

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.