Başkomutan …

Önce devrimlerine saldırdılar…

Sonra sıra O'nu yalnız bırakmayan devrim arkadaşlarına geldi.

Ardından Avrupalı akıl hocaları “okullardan devlet dairelerinden fotoğraflarını indirin” talimatlarını yağdırdılar. Okul önlerindeki çöp konteynırlarında çerçevelerin görülmesi gecikmedi.

Sıra en büyük eseri Cumhuriyeti yok etmeye geldi. Makamını zaptettiler. O'nun ordusunu dağıttılar. Yargısını, Dil Kurumunun, Tarih Kurumunum başına düşmanlarını geçirdiler. Vasiyetini 33 yıl önce 12 Eylülde   çiğnemişlerdi. Mirası el değiştirdi. Kurduğu bankanın hisselerini vasiyetine göre kullandırmadılar.

On yıllardır bozkırın ortasında yeşerttiği Atatürk Orman Çiftliğini yağmalaya yağmalaya bitiremediler. Şimdi can düşmanımız ABD'ninBüyükelçiliğiyle  çiğnemesine açıyorlar.

Her fırsatta TV ekranlarında saldırıyorlar. En hafifinden Başbakan “2 sarhoş” diyerek sataşıyor. En acısı ise tarihimizin en katı diktatörlüğü döneminde “diktatör” suçlaması ile karşı karşıya.

Atatürk diktatör müydü?

Daha Samsun'a çıkar çıkmaz ilk hedefi bir meclis toplamaktı. İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın çalıştırılmayacağını biliyordu. Erzurum'dan milletvekili seçildi. İstanbul'a meclisin açılışına giden arkadaşları ile yaptığı toplantıda kendisini Meclis Başkanı seçtirmelerini öğütledi. İngilizlerin Meclisi dağıtacağını ön görmüş, Meclis dağıtılınca Ankara'da toplanacak yeni Meclisi toplantıya çağırma yetkisi olsun istiyordu.

Öngördüğü gibi Meclis İngilizler tarafından basılarak dağıtıldı. Tutuklanan vekiller Malta'ya sürüldü. İngilizler Meclisin varlığına 2 ay bile dayanamamıştı. Meclis dağıtıldıktan 4 gün sonra tutuklanmayan milletvekillerini Ankara'ya çağırdı. Milletvekili kalmayan illerde hızla yeni vekillerin seçilmesini sağladı.

Meclisin İngiliz'ler tarafından basılmasından sadece 38 gün sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisini açtı.

Oysa ülke işgal altında idi. O ise önce ordu değil önce meclis demişti.

Düzenli ordu düşüncesini reddedenlerin çeteciler ile olmayacağını görmeleri için sabırla bekledi. Aynı anda yeni kurduğu düzenli ordu ile 1. İnönü savaşını verirken Çerkez Ethem isyanını da önledi.

Büyük bir askeri deha olduğu ve istese Başkomutan olabileceği halde sadece Meclis Başkanlığı görevi ile yetindi.

Sakarya Savaşı öncesi işgalciler Polatlı önlerine geldiğinde milletvekillerinin yakarışları sonucu Meclis kararı ile Başkomutanlığa getirildi. En zor günlerde en sert tartışmalar mecliste özgürce yapılabiliyordu.

Sakarya Savaşı öncesinde çıkardığı Tekalifi Milliye yasaları ile ulustan topladığı eşyalar için “zaferden sonra ödenmek üzere” senet imzaladı. Sakarya Savaşındaki büyük başarıya rağmen tam da Büyük Taarruz hazırlıkları öncesi Meclis Başkomutanlık görevini uzatmadı. Bunu da sineye çekti. Güçlü hitabeti ile Başkomutanlığı yeniden üstlendi.

Büyük Taarruz öncesi bütün savaş planlarını komutanları ile uzun uzun tartışarak yaptı. Başkomutan olduğu halde Harbiye'de hocası ve komutanı olan 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşaya karşı nezaketini hiç eksik etmedi.

30 Ağustos sabahı Çalköy-Dumlupınar arasındaki savaş alanındaki karargahında yine komutanları ile tartışarak aldığı kararları uyguladı. Bölgeyi gezenler görmüştür. Komuta yeri savaş alanına bir kurşun atımı mesafede olduğu halde askerlerini yalnız bırakmadı. 

Kendini aşağılayan Yunan Başkomutanı Hacı Anesti'nin davranışına rağmen esir alınan Başkomutan Trikopis'e son derece kibar davrandı. İzmir'e girdiğinde ayaklarının altına serilen Yunan Bayrağını bir milletin sembolü olduğu için çiğnemeyi reddetti.

Dileseydi zaferden 20 gün sonra saltanatı kaldırmaz Sultan olurdu. Halifeliği kaldırmaz Halife olurdu.

Asker milletvekillerine “ya askerlik, ya siyaset” demez, Başkomutanlık görevini de sürdürürdü.

Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra ve 7 yıl sonra çok partili hayatı denemezdi.

Avrupa'da iktidara gelen Hitler ve Mussolini'ye karşı tutum almazdı. Komşularıyla barış çemberi oluşturmaz, Balkan Paktı ve Sadabad Paktını kurmazdı. 

Avrupa'nın pek çok ülkesinden daha önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermezdi.

Şimdi kendisi için asılan “Sultan” pankartlarına itirazı olmayan adam O büyük insana “diktatör” iması yapabiliyor. Bütün milletvekillerini kendi belirliyor. Bakanları, valileri eşlerinin gözü önünde azarlayabiliyor. Şehitler için “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyebiliyor. Maden kazasında ölenler için “ölüm bu işin kaderinde var” tespiti yapıyor. Köylülere “ananı al da git” diyebiliyor. Kadınların kaç çocuk doğuracağını tayin ediyor.  Taksim direnişine katılanlara “çapulcu” derken gençleri öldüren polislere “tarih yazdılar” diye ikramiye dağıtıyor.

Mustafa Kemal Atatürk “diktatör” olsaydı çıplak ayaklı ordusunu 9 günde Dumlupınar'dan İzmir'e savaşarak ve yaya sokamazdı.

Bakalım, Atatürk'e “diktatör” diyen diktatör özentileri ABD'nin yedeğinde esir aldıkları Türk Ordusunu Suriye'ye sokabilecekler mi?

Hiç değilse bir 30 Ağustosta bunları düşünebilseler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.