BAŞ ÇOBAN

Çoban Sülo’dan sonra şimdi de baş çobanımız oldu! Özümüze mi dönüyoruz acaba?
Neyse, biz biz olalım, çobanlarımızı iyi tanımayı esas alalım. Bilindiği gibi üç türlü çoban vardır.
1-Kendi malının çobanı.
2-Sıradan çoban.
3-Ağaların baş çobanı.
Kendi malının çobanı özgürdür, alır satar kimseye hesap vermez!
Sıradan çoban mahiyetindeki büyük ve küçükbaş hayvanların her türlü ihtiyaçlarını temin eden ve onlara hükmeden baş çobanın emirlerini uygulayan kişidir.
Baş çoban ise kontrolündeki çobanların helal yoldan doyurulmalarını sağlar, her türlü ihtiyaç ve sıkıntılarını giderir. Görevini doğru yapmayan ve emre uymayan çobanları işten atar! Sürüdeki zararlı mahlûkları cezalandırır veya sürüden uzaklaştırır! Gücü yetmediği yerde sorunları ağalarına iletir, ağaların emrinden çıkamaz!
Çobanlık çok kolay bir meslek değildir. Güttüğün koyun veya sığırların ihtiyaçlarını görmeye, onların karınlarını helalinden doyurmaya mecbur olduğun gibi, onların yaptığı zararlardan da sorumludur.
Hele hele baş çoban olmak daha da zordur!
Çocukluğumda çok çobanlık yaptım, yıllarca kendi koyunlarımızı güttüm, yaklaşık bir yılda dört ayrı kişilerin koyunlarına baktım. Altı ay da kendimize ait üç yüz hindinin çobanlık görevi yürüttüm.
15 yaşında iken amcama altı aylığına çoban durdum. Koyunları gütmeye başladığım ilk gün ömrüm boyunca unutamayacağım zulüm yaşadım. Yağmurlu bir gündü, koyunları araziye çıkardığımda Hayvanlar sanki günlerce aç kalmışlar gibi beşer onar ayrıldılar ve değişik tarlalara daldılar! Sırtımdaki kepenek çektiği yağmur suyuyla hayli ağırlaştı ve taşınmaz hal aldı. Koyunları bir türlü bir araya toplayamıyorum. Kepeneği atmama rağmen koyunları saatlerce toplayamadım. Sırılsıklam ıslandım, üstüne üstlük soğuk kış günü akşama kadar ıslak kaldım. Koyunlar karınlarını doyurunca kendiliğinden bir araya geldiler.
Koyunları toplamaya çalışırken aklıma bir hikaye geldi de kendimi onunla teselli ettim:
Vatandaşın biri köyün sığırlarını gütmek için bir yıllığına çoban durmuş. Yeni buzağılamış ineğin biri her fırsatta eve kaçmaya çalışıyormuş. Çoban hayvanı çevirirken, kaçırırsa işinden olacağı için kendisini şöyle teselli etmiş. “Kaç bakalım kaç, daha ne kadar kaçacaksın, günümün dolmasına 11 ay 29 gün kaldı.”
Ben de, 5 ay 29 gün kaldı diye kendimi teselli ettim.
Akşam olduğunda kahvehanede benden önceki çobanı buldum. Verdiği cevap çok enteresandı: “Ben onları tarlalara beşer, onar paylaştırıyordum, sayıları az oldukları için yaptıkları zarar pek belli olmuyordu! Karınlarını iyice doyurduklarında ise kendiliğinden hepsi bir araya toplanıyordu.”
Koyunları birkaç ayda zor terbiye ettim. Babam zarara giden koyunları kasaba satardı, diğer koyunların ahlakını bozmasın der sürüde zararlı koyun tutmazdı!
Bizim baş çobanın sürüsünde de bir sürü zarara giden var. Bizleri güden baş çoban acaba Babam kadar cesur mu!?
Eskilerin deyimi ile “Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.