Arsızlığın dayanılmaz senaryosu

Suç işleyen yaramaz çocuklar vardır ya, “Ne oldu”
diye sorduğunuzda yüzü kızarır, bir korku kaplar bedenini. Gerçeği gizlemek
istiyorsa, telaşlanır ve yalan üretmeye başlar.

            “Etme, eyleme, bilgi-belge var” dersin anlamamak için direnir de direnir.

            Bilimsel
analizler yaparsın, doğru veriler sunarsın, somut gerçekler koyarsın ortaya
dinlemez. Sahtekârlığı, yalanı yüzlerine vurursun tınlamaz. Hiçbir şey olmamış
gibi göstermeye çalışır. Haklı çıkmak için değişik senaryolar yazar. İnsanın
gözünün içine baka baka kem-küm eder.

            Onlar
hastadır; sermayeleri yalandır, savunmaları ise iftira ile beslenen saldırıdır.

            Gelin
doktora gidelim dersiniz, yanaşmazlar.

            Evinizin
önünde referandum yapalım dersiniz, köşe bucak kaçarlar.

            Ancak dur,
durak bilmezler; suçluluk duyguları içinde savrulurlar da savrulurlar.
Kendileri konuşamadığı için başkalarının sırtından kredi yapmaya çalışırlar.

            Ne
yapalım? Onlara göre de bir dünya kurulur dedikten sonra ADD Karacabey
Şubesi’nde dağıtılan imzasız bildiriye geçelim.

            Öncelikle
dürüstlükten, erdemden söz ederken üstlendiği, “Ismarlama muhakkik”liği tamamlama aşamasında içi suç
dolu dosyayı süt gibi beyazlaştırdıktan sonra sus-pus olanlar tarafından kaleme
alınan, “Ünlü Parmakçı” tarafından da tetiklendiği anlaşılan ADD’deki sözde
aklanma senaryosuyla hazırlanan bildirideki akıl almaz kıvırmalara bakalım:

            Kendileri
ile ilgili eleştirileri Bakırköylülere yapılmış gibi göstererek sıyırmaya
çalışanlar, bilsinler ki kazdıkları kuyularda boğulacaktır. Halkı kandırmacayla
ortaya çıkan sömürü anlayışının değerlendirmesini ise elbette ki Bakırköylüler
daha iyi yapacaktır.

            23.02.2010
tarihli Yörem’deki fotoğrafta yer alan ve “İnsanları suçsuz yere
itham ederek zan altında bırakanları müfteri ilan ettikleri” ileri sürülen bildiride
istemediği halde adı geçen bazı Bakırköylülerle görüştük: Toplantının
içeriğinden haberleri olmadıklarını, emrivakiye getirildiklerini ileri
sürdüler.

            Dahası;
Kazım Önen’in “Alakamız olmayan habere neden bizi
karıştırıyorsun?”
dediği belirtiliyor.

            Özetle,
söz konusu toplantı yanlış bulunuyor ve ayıplanıyor.

            Bildirinin
içeriğinden haberi olmayan fotoğraftaki bazı Bakırköylülerin konuşması kayda
alınmıştır.

            Her şey o
kadar açık ki,  panik içindeki suçlular,
okuyucuları adeta saf yerine koymaktadır.

            Bakırköy
gençliğinin başkanlığını yürütürken, şenlik organize eden, gece düzenleyen,
futbol turnuvası yapan Ş.Ö. şaibeden kurtulamadığı için başkalarının sırtından
aklanmaya çalışıyor.

            Yörem
Gazetesi’ni kullanarak reklam ve yardım adı altında topladığı milyarların
hesabını veremediği için kıvranıyor.

             Kimlerden, hangi kurumdan ne kadar
toplandığının ve nerelere ne kadar harcandığının belli olmamasından yakınan
Bakırköylülerin isyanını dile getirdiğimizde, “Abi sen bizim örnek
aldığımız insansın. Bir daha olmayacak” mesajı veren Ş.Ö., yalanla, dolanla, inandırıcılığı
olmayan bildiriyle aklanamaz.

            Halkın
oylarıyla iş başına gelen Muhtar Orhan Kamaş hakkında ikide bir savcılığa,
kaymakamlığa asılsız ihbarlar yağdıran Ş.Ö.’nün şimdi “Medet ya Kamaş” ayaklarıyla övgü düzmeye kalkışması ne kadar inandırıcı olur.

            Ş.Ö.’nün
yakınlarına muhtarlık zemini hazırlama adına, bir türlü içine sindiremediği
Orhan Kamaş’ı arkadan hançerlemesi ve bugün ise ilginç bir şekilde “Başarılı Muhtar” demeye başlaması çok düşündürücüdür.

            Bakırköy
Muhtarı Orhan Kamaş’ın başarı ile görev yaptığı doğru ve bilinen bir gerçektir.

            Peki
öyleyse, Orhan Kamaş seçilir seçilmez 19 Mayıs 2009 ile 29 Mayıs 2009 tarihli
Yörem gazetelerinde yer alan ve Bakırköy Muhtarlığı’nı başarısız gösteren
karalama yazıları neyin nesiydi?

            İsterseniz
biz söyleyelim. Kıskançlıktan kaynaklanan çifte standartın daniskası! 

Bakırköy’deki “Bahar Şenlikleri”nin noktalanmasına neden olan
gerçeğin, her şeyi planlayan, kasa durumundaki Ş.Ö.’nün şaibeli
organizasyonlarında aranması gerekmiyor mu?

            Ş.Ö. ile
S.O., gazetecilik maskesi altında her şeyi yapabileceklerini zannediyor.

            Boyalarını
indiren Meltem’i bu nedenle sürekli hedef alıyor ve kendi düşüncelerini
başkalarının ağzından kusmaya çalışıyor.

            Yemezler.
Kimse de bir şey yemiyor!

            O kadar
yazdık, o kadar söyledik, bir teki çürütülebildi mi? Bir teki yalanlanabildi
mi?

            Yok
efendim, Meltem’in basın özgürlüğüne sığınarak karalama yaptığı ibretle
izleniyormuş.

            Utanmadan
kendi görüşlerini başkalarının ağzından sunmayı marifet sayıyorlar. Basın
özgürlüğünden dem vuruyorlar.

Basın özgürlüğü, CHP’nin açıklamasını; “Bu çok sert olmuş, Başkanımızı eleştiren yerleri yumuşatırsanız
çıkarırız”
demeyle, “AKP halkı kandırıyor” haberimize “Yalan haber”
yanıtı vermeyle (Meltem’in yaptığı haber belgeyle doğrulandı.) ihlal edilmiş
olur. Ahmet Sarıkaya’nın “Tekzip”ini kuşa çevirerek yayımlamak
gazeteciliğin yüz karasıdır ve basın özgürlüğünün art niyetle kötüye
kullanılmasının adıdır…

Yörem’cileri pek ilgilendirmese de bir kez daha anımsatacak
olursak basın özgürlüğü; Gazeteciliğin etik değerlerini korumaktır… Emeğe saygı
duymaktır… Güçlünün değil, haklının yanında olmaktır… Hiçbir koşulda yalakalık
yapmamaktır basın özgürlüğü!

            Meltem’in
yalancılardan, talancılardan, halk soyguncularından, devlet yağmacılarından
hesap sormasından rahatsız olanlar başkalarının sırtından sözde kredi
sağlayacaklar.

            Güneş
balçıkla sıvanır mı?

            İkide bir
“Belge, bilgi” diye tutturup “Yalan yazıyor, iftira
atıyor”
ayaklarıyla kimse çabuk hırsızlığa soyunmasın da doğru dürüst elle tutulur bir
yanıt versin!

            04.02.2010
ve 16.02.2010 günleri iki kez yayımladığımız “Naylon Gider Pusulası” sahtekârlığın belgesi değil mi?

            Vergi
kaçakçılığı açıkça görülen söz konusu sahte evrak Yörem Gazetesi Matbaası’nda
düzenlenmedi mi?

            Neden gık
çıkmadı? Ş.Ö. 1999’da Yörem’de çalışmıyor muydu? Biz yanlış mı hatırlıyoruz?

            “Yörem’de yanlarım ağrıyor ama, eski dönem A.B.’ye aittir. Ne olduysa,
A.B. yapmıştır”a
getirilerek naylonculuğun vatana ihanet kabul edildiği duyurusu ne çabuk
unutuldu?

            Yörem’in “Eski ve yeni dönem” diye ikiye ayrılması çok dikkat çekicidir.

            Bizden
önceki dönem tu kaka, şimdi; sütten çıkmış ak kaşık gibi gösteriliyor.

            On dokuz
yıldır nerelerdeydiniz? Ustalarını seviyor gibi görünürken dövüyorlar da, her
nedense anlayan olmuyor.

            Vatan
haini ilanını daha bir ay önce kim yazdı?

            Ş.Ö.’nün,
Yörem’de asgari ücretle çalışırken, Belediye meclis üyeliği yaptığı dört yıl
içinde sıfır daire, sıfır araba aldığı söyleniyor. Nasıl aldığını kıvırmadan
anlatabilir mi?

            Yörem’in
yeni sahibi olduğunu söyleyenler, satın aldıysa kaça aldı ve parayı nereden
buldu? Kiraladıysa, nasıl kiraladı? (Bizim bildiğimiz bir yıllığına
kiralık)  Sahibi gibi sunum yapılması ne
demek oluyor?

            Dürüstlük
adına bunların açıklanması gerekmiyor mu?

            Erdemli
insanlar öncelikle şeffaf olurlar da.

“Çamur at izi kalsın” demeyle kimse kandırılamaz.

            Meltem,
çamur atmadığını defalarca kanıtladı. Yarım asırı aşkındır ılık ılık esen
Meltem’in geçmişine bakmak yeterlidir. Yörem’in şikayeti üzerine Vergi Dairesi
ile mahkemelik olduğumuz konunun dışında yazılabilecek neyimiz varsa biz de
öğrenelim: Hodri Meydan!

            Açıkça
anlatmak varken, kimse karnından konuşmaya çalışmasın.

            AKP İlçe
Başkanı Adem Surguç’un devlet ihalelerine girdiğini, AKP’li Belediye’den iş
aldığını yazdık. Kendisi de doğrulamak zorunda kaldı.

            Yörem ise
Adem Surguç’un avukatlığını üstlenerek söz konusu habere “Çamur at izi kalsın” başlığıyla yanıt verdi.

            Kim çamur
atıyor? Kim yalan söylüyor? Kim iftira atıyor?

            Allah
aşkına, bir lokma ekmek için kim alçalıyor söyleyebilir misiniz?

            “İftiraları nefretle kınıyoruz” başlıklı sözde basın bildirisindeki abuk subuk
ayrıntılara takılıp okuyucuları fazla sıkmak istemiyorum.

            Ancak,
topu taca atmaya çalışan “Su kurnazları”nı bu köşede açıklayacağımı bir
kez daha anımsatmayı görev sayıyorum.

            Sağlıcakla
kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.