Anormalin Normalleşmesi…

Normal kavramı, olguların toplumsal olarak onaylaması olarak açıklanıyor. Ancak böylesi bir açıklama kaba, tutucu, göreceli, dahası tehlikelidir de. Her onaylama, söz konusu olgunun doğru olduğunu göstermediği gibi, normalliği onaylayan toplumun, eğitim, bilimsel gelişme, değer yargıları, politik bilinç, o topluluktaki özgürlüklerin gelişim seviyesi ile de ilgilidir.
Uygarlık, bugün normal gibi görünen, ya da kabul edilen olguların zaman içinde anormal olduklarının kanıtlanması ile üstelik büyük güçlük ve acılarla yolunu açmaktadır.
Yüz yıllar öncesinde, köle sahibi olmak da, köle olmak da toplumsal olarak kabul edildiği için normal idi. (Nasıl kabul edildiği-ettirildiği konusuna girmiyoruz.) Büyük acılar ve mücadele ile kölecilik anormal hale geldi. Bugün ancak başka yöntemlerle gizlenerek sürdürülebiliyor.
Beş yüz yıl öncesinde Dünya’nın tepsi gibi düz olduğu düşüncesi normal iken yuvarlak olduğuna inanan Kristof Kolomb’un, Doğu’ya gitmek için Batıya doğru yola çıkma düşüncesi anormal idi. Dünyanın yuvarlak olduğunun kanıtlanmasından yüz yıllar sonra bile depremler açıklanırken bir öküzün boynuzunda duran tepsi gibi düz olan Dünyanın, öküzün boynuzunu sallaması ile yıkımlara uğradığı düşüncesi normal idi.
Dünyanın Güneş etrafında dönmesi ve Güneş sisteminin bugünküne yakın şekilde Galileo tarafından açıklanması anormal, Galileo’nun Engizisyonda yargılanması ise normal idi.
Kimya alanında daha 150-200 yıl öncesinde, hava, su, toprak ve ateş dışında element olmadığı düşüncesi normal idi. Bugün atom altı parçacıkların parçalanması deneylerini fazla heyecanlanmadan izliyoruz. Büyük bilim adamı Einstein ünlü fotoğrafında o günlerde normal sayılan anormalliklere dil çıkarmaktadır.
Günümüzden bakıp geçmişte normal sayılan ve bugün saçma, hatta komik bulduğumuz olguları normal saydıkları için hiç kimseyi suçlayamayız. Devrimciler sayesindedir ki insanlık pek çok alanda acılar çekme pahasına bugünlere geldi. Ve yine devrimciler sayesinde bugün normal dediğimiz olgular yerini bugün için anormal gördüğümüz değerlere terk edecektir. Bu durum karşısında üzülmenin, hayıflanmanın gereği yoktur. İnsanlık binlerce yılda ulaştığı gelişmeyi artık birkaç on yıla sığdırabilmektedir.
Geri bıraktırılmış başka toplumlarda olduğu gibi bizim ülkemizde de üzülecek, hayıflanacak esas durum şudur: Tarihin tekerleğini geriye çevirmeye çalışarak, yakın zamana kadar normal saydığımız, ancak günümüzde anormal, hatta gülünç sayılan pek çok değer yargısının, bilimsel gelişmenin yeniden normal sayılması…
Büyük bir algı operasyonu ile toplumun çoğunluğu tarafından onaylandığı kabulü ileri sürülerek sandıktan çıktı diye, yüzyılların gerisinde bıraktığımız değer yargıları toplumumuza yeniden kabul ettirilmeye çalışılıyor. Yakın zamanlara kadar anormal saydıkları demokrasi kavramını seçim sandıklarına indirgeyip sıkıştırarak artık geriye dönülemeyecek kavramları topluma dayatıyorlar. Gericilik işte böyle bir şeydir.
Yüz yıllar öncesinin koşullarında putlara tapan, mağaralarda yaşayan, hastalıkları büyülerle, büyücülerle tedavi eden, Dünyayı öküzün boynuzunda var sayan, Ay ve Güneş tutulmalarında teneke çalan insanlar o gün için gerici sayılamaz.
Ne var ki günümüze, bilgisayar kullanan, internet yolu ile haberleşen, lüks otomobillere, uçaklara binen, en son tıbbi gelişmelerle tedavi gören insanların milyonlarca insanı bin yılların gerisine taşıma çabası gericilik kavramı ile açıklanamaz. Kabaca gerici diye adlandırdığımız bu düşüncenin temsilcilerinin işlediği cinayetler, katliamlar barbarlık kavramı ile bile açıklanamaz.
Günümüzde artık uygar ülkelerde “Dünya dönmüyor ya da öküzün boynuzunda duruyor” diyenleri tedavi için gözetim altına alıyorlar. Ancak bizde toplumsal düzeni yüz yıllar gerisine taşıyanlara gizli açık destek veriyorlar. Çok zorda kalırlarsa “meczup” deyip sıyrılıyorlar.
Eğitim kurumlarında cinsiyet ayrımı, kızların okuldan koparılıp çocuk yaşta evlendirilmeleri, eğitim programlarının laiklikten koparılıp din temelli olması, evrim kuramının yasaklanıp, yaratılış kuranının öğretilmesi, sağlık sisteminde yüz yıllar öncesine dönüş, hastanelerde hacamat birimlerinin kurulması, cin çıkarma seansları, kadınların erkek hekimlere tedavi ettirilmemesi, doğum kontrolü ve kürtajın yasaklanması, töre cinayetlerinin doğal görülmesi, erkekler için çok eşli evliliklerin önünün açılması, imam nikahının medeni nikah yerine geçmesi, güzel sanatların günah sayılması, falcı, büyücü vb. adlar altında şarlatanların her gün TV kanallarında boy göstermesi gibi anormalliklerin yaygınlaşarak “normalleştirilmesi” toplum olarak normal dışına çıktığımızın göstergesidir.
Siyasal erkin bu gidişe “dur” demek yerine benzer gelişmeleri gizli, açık desteklemesi normal bir durum değildir.
Durum ne kadar anormal hale getirilse de bu durum kabullenemez. Bazı kesimler kabul etseler bile tarihin tekerleğinin zaman zaman duraksadığı, ancak geriye götürülebildiği görülmemiştir. Ülkemizde de görülmeyecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.