Ana Doluyum Ben

Salı günüydü. Halk Eğitimi Merkezi’nin yanındaki Çukur kahveye ait oturaklarda Sevgi Yolu’ndan aşağı yukarı giden insanları seyrediyorum. Hepsinin göçmen olduğunu düşünüyorum. Her birinin tipi ayrı; kimi esmer, kimi sarışın, kimi Balkan tipli, kimi Slav, kimi Güneydoğulu, kimi Orta Asyalı… Bilmese, hiç kimse bu yoldan geçen insanların aynı ülkenin vatandaşları olduğunu söyleyemez. Kısacası yurdum insanlarının tam bir mozaiğini görüyorum.
            İnsanlarımızın kimi Balkanlar’dan, kimi Kafkasya’dan (benim atalarım gibi), kimi Orta Asya’dan, kimi Ortadoğu’dan, Gürcistan’dan, Bosna Saray’dan, Bulgaristan’dan, kimi Doğu’dan kimi Güneydoğu’dan, kaçıp gelmişler. Anadolu burası, bir sığınak, bir geçiş, insanların buluşma yeri, kucaklaşma yeri.
            Bu insanlar kaçtıkları ülkelerde; evlerini, barklarını, bahçelerini, tarlalarını, hatta arkalarında acı acı ağlayan kedi ve köpeklerini, dahası atalarını geçmişlerini ölülerini bırakmışlar. Geldikleri bu ülkede de başka yerlere gidenlerin mülklerine yerleşmişler. Yabancı evlere yerleşip tanımadıkları tarlaları sürmeye başlamışlar. Etraflarına bakmışlar kendileri gibi insan o kadar çok ki, alışmaya çalışmışlar.
Dünyanın en güzel sayılabilecek bu bölgenin tarihi, dünyanın hiçbir yerine benzememektedir. Anadolu tarih boyunca kavimler kapısıdır, yoludur. Bölgenin tarihi birbirinin mülküne konma tarihi, tüm yaşanan mücadelelerin ve savaşların altında mülk kavgası vardır. İnsanların barınma ihtiyacı, tarih boyunca birçok trajediye yol açmıştır.
Türkler; Orta Asya’da Çin’in komşusu ve Çin’in uygarlığını oldukça benimsemiş olan halk Anadolu’ya gelirken İslamlaşmış, Arap ve İran kültürünün etkisine girmiştir. Son iki yüzyılı da Avrupalılaşma batılılaşma çabasıyla geçmektedir. Kültürümüzde hem Çin, hem Mezopotamya, hem Balkanlar, hem Ortadoğu, hem Kafkaslar, hem Kuzey Afrika vardır. Bunlarla beraber Rum, Kürt, Ermeni, Laz, Arap gelenek görenekleri yaşanmaktadır. Dünyada bu karışımının örneği olan bir ülke var mıdır acaba?
            Birileri işte bu güzelliği bozmak için elinden geleni yapmakta, ne yazık ki bunu da üç kuruş paraya yapmaktadırlar. Ben anlamakta zorlanmaktayım. Hiçbir şey bu kadar ucuz olmamalıdır diye düşünüyorum. Bir de bunlara kılavuzluk eden Cumhuriyet düşmanlarına ne demeli. Onlar ki Cumhuriyetin erdemlerinden dolayı oralarda bulunmaktadırlar. Birbirleriyle uyum içinde çalışmaktalar. İnsanların gözlerinin içine bakarak al gülüm, ver gülüm demokrasisini yaparlarken keselerini tepeleme doldurmaktalar.
            Menderes döneminde de benzer olaylar yaşanmıştı. Muhalefet lideri İsmet İnönü, tüm ulusun desteğini alarak “Siz ihtilali meşru kıldınız” demiş, bu yolda da ölüm tehlikeleri atlatmıştı. O gün gerçek darbe, askerden değil, Menderes’in Meclis içinden 15 kişilik Tahkikat Komisyonu’na Meclis yetkileri vererek yaptığı sivil darbe idi. Asker ise daha sonra 27 Mayıs’ta meşruiyeti sağladı.
            Gün olmak ya da olmamak günüdür. Gün  Bağımsızlığımıza, Bayrağımıza, Laik Cumhuriyetimize, Anayasamıza, kısaca Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkma günüdür…
            Öyle değil mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.