Ak’a kara mı dedin sen Beyaz?

Neredeyse haftası geldi bir bardak suda kopartılan yaygaranın.
Konu ne?
Beyaz PKK’yı alkışlattı!
Vay, deme..!
PKK kimdi?
Ayşe öğretmendi.
Ne dedi?
Burada çocuklar ölüyor, siz orada eğleniyorsunuz dedi.
Beyaz ne dedi?
Haklısınız, bundan böyle daha duyarlı olacağız dedi.
Ya ne deseydi?
“Oh canıma değsin, çok da iyi oluyor” mu deseydi? Olmadı daha gaza gelip, eline bir kaleş alıp, Rambo misali Sur sokaklarına dalıp, evlerin kapılarını bir tekmeyle kırıp, içeride kim var kim yok hepsini katl mi etseydi?
Ya da kadını orada susturup, “Hayır orada çiçek böcek, aşk meşk ilkbahar sonbahar yaşanıyor, her şey gayet güllük gülistan, sen yalan söylüyorsun” mu deseydi?
“Hanımefendiyi yayından alalım” mı deseydi? Konuşmayı alkışlayanları “Alkışlayan elleriniz kırılsın!” sözleriyle stüdyoda önce bir güzel azarlayıp, hatta pataklatıp, ondan sonra stüdyonun dışına mı attırsaydı?
Sanki “Alkışlayan elleriniz dert görmesin” dedi. Sanki “Aferin çocuklar, güzel alkışladınız, çıkarken yevmiyenizi almayı unutmayınız” dedi.
Sanki tüm bunları Beyaz terör belasına bulaşmak istediği için bizzat kendisi organize etmişti.

Kendinize geliniz beyler;
Bana göre, Beyaz’ın o anda verdiği tepki gayet insanîydi

Defalarca izledim, öğretmen veya değil, Beyaz’ın programına bağlanan Ayşe Çelik basında aleni yayınlanan ne varsa onu söylemiş. Beyaz da bu ses’e gayet insanî bir yaklaşımla gayet aklı başında cevaplar vermiş.

Eğer ki bu konu bu kadar abartılmamış olsaydı, medeni ve demokratik olarak konuşulmuş ve acılar paylaşılmış olarak geçip gidecekti.
Fakat ne oldu?
Acılara dikkat çekilip, oradaki ortamın düzeltilmesi için girişimlerde bulunulacağına, mevzu deşelendikçe deşelendi, parmağa dolandıkça dolandı, olmadı dolanan o parmaklarla gözler çıkartıldı, idam sehpaları kuruldu, Beyaz yağlı ilmekte sallandırıldı, çarmıha gerildi, yetmedi toprağa gömülüp recm edildi.

Filmin birinci bölümü kendiliğinden gelişmişti, lakin ikinci bölümdeki samimiyetsizlik herkesi isyan ettirdi.
Beyaz ekranlara çıkartılıp özür diletildi. Diledi demiyorum, çünkü bana diletilmiş gibi geldi.
Gerek bağlı olduğu kurum, gerekse toplum onun biat etmesini, başını öne eğip süklüm püklüm ‘pişmanım’ demesini istedi…
Bir programdaki o dakikaları (3 dakika 8 saniye) izledim, bir de dilenen özrün (6 dakika 20 saniye) görüntülerini.
Konuşulanlar tutmuyordu birbirini.
İnsanca verdiği tepkiyi gayrı insanî olarak iade etmeye çalışıyordu sanki Beyaz.
“Beynim durdu ve konsantrasyonumu kaybettim” diyordu.
O böyle deyince ben ilk videoya geri dönüyordum, gayet de aklı başındaydı verdiği yanıtlar.
“Kendi iç sesimi dinlemekten arayan kişinin konuşmasını dinleyemedim” diyordu. “‘Burda bir şeyler oluyor orda siz eğleniyorsunuz’ kısmını duydum sadece ve ona takıldım kaldım” diyordu.
Yine videoya dönüyordum ben; doğru, kadın da başka bir şey demiyordu zaten.
Beyaz’ın tavrında da özürlük bir durum yoktu…

Beyazıt Öztürk özür konuşmasının sonunda orada yaşayan herkese kolaylık dileyecekken yutkunup oradaki bütün güvenlik güçlerine diliyordu kolaylıkları. Mesele de böylece tatlıya(!) bağlanıyordu.
****
Sosyal Medya Çöplüğü yazımdan bir pasaj paylaşmak isterim yazının burasında.
“Bir linç kültürüdür ki aldı başını gitti.
Hiç “Bana ne!” demeyin; her an siz de bir linç kampanyasının öznesi olabilirsiniz.
Yeter ki nereden çıktığı belli olmayan bir parmak sizi işaret etmesin.”
Tanrılar kurban istemişti bir kere. Kurban masasında bu kez Beyaz vardı. Onun ciğeri sökülecek, onun kalbi yerinden çıkartılıp bu kez onun kanı içilecekti.
O ki etliye sütlüye bulaşmaz, gülelim eğlenelim çizgisinden uzaklaşmaz, anasının kuzusu, hepimizin evde kalmış bekarı, bir garip Beyaz’dı.
Sanki Beyaz Ak’a kara çaldı ya da sanki karayı Ak’ladı.
Belki de yıllardır tarafsız kalmayı tercih ediyor olmuş olması, bertaraf edilerek cezalandırıldı…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.