ABDÜLHAMİT, VAHDETTİN TABLOLARI TÜRKİYE’NİN GERÇEĞİ DEĞİLDİR

AHMET AYGÜN ATA KÖŞE YAZISI

100 yıl önce Bağımsızlık Savaşı vermiş, bir büyük Ulus’ un bireyleriyiz. Yüzlerce yıl mutlakiyetle yönetilmiş bir büyük Ulus; kültürel ve Ulusal kimliğinden kopartılarak yaşadı. Orta Asya’dan dünyaya yayılırken götürdüğü insan temelli paylaşım gücü, dinsel baskıya uğratılarak kimliklerini reddetmeye yöneltildi. Arapların müslümanlaştırma uğruna yüzbinlerce Türk’ü katlettiği, kadınları kaçırdığı, tecavüz ettiği bu Ulus bunu da aşmayı başarmıştı, yitikler verse de. Ardından Haçlı Seferlerinin kıyımına uğramaya başladı. Saltanat sahipleri özbenliğini yitirirken halk özünü korumaya devam etti. 7 Haçlı Seferini ortadan kaldıran güç Türklüğün kültürüydü. Ancak yöneticileri yani saltanat ve hanedan sahipleri Araplaşarak Haçlılarla birlikte Türk kültürünü yok etmeye çalışmaktan vazgeçmedi. Bugünde bu saldırı sürmektedir. Yaradan tüm dilleri yaratmasına karşın; Yaradan adına hüküm koyarak Türkçe’yi bile yok saydılar, sayıyorlar. Türk çoğunluğun özverileriyle kurulan imparatorluklar bu kültürü yok sayarak dili, kültürü yozlaştırmaya çabaladı. Devşirme kadınlarla yapılan evliliklerle Osmanlı hanedanı tarihsel süreç içinde Arapçılığa yaslanarak tam bir keşmekeş yarattı. Halk Türklüğün kültürünü yaşatmaya çalışırken kâh toplu katliamlarla kâh yoksullaştırarak hanedan varlığını sürdüreceğini sandı. Öyle aymazlaştı ki; Türk adını yasakladı, “eşekle” eşdeğer saydı. Dünya yeni oluşumlara yönlenirken saltanat ve hanedan sınıflarının sonu geliyordu. Emperyalizmin en kolay diş geçirdiği yönetimler bunlardı. Saltanat ve çevresindeki keyif düşkünü asalak tabaka toplumun sorunlarından, değişen dünyadan habersizdi. Ulus-devlet kavramı toplumları sardı. Bunu ilk görebilen Türk aydınıydı, Osmanlı’nın kurtuluşunu isteyen dar görüşlü, emperyalist piyonların, asalak tabakanın önerdiği tüm yolları ortadan kaldırdı. Birleşme Türk Ulusu’nda olabilirdi, Türk kültüründe olabilirdi. Abdülhamid, Vahdettin gibi düşkünleşmiş hanedan artıkları yalnızca kendi varlıklarını sürdürebilmek için toprakları peşkeş çekmeye başladı. Gerçek olan halktı; Türk Ulusu temelinde ayağa kalktı. Mustafa Kemal Atatürk önce silahlı cephe ardından kültürel cephede Türk Ulusunu birleştirdi. Dünya tarihinin ilk Ulusal Bağımsızlık Savaşı verildi. Bakımsız, hastalık içinde bırakılan Anadolu insanı yokluklar içinde Türklüğünü keşfetti, “saltanatın kulu” değil “devletinin sahibi” oldu.
Dünyada hiçbir zaman saltanat düşkünleri, heveslileri bitmez. Bilginin değil bilgisizliğin yönlendirdiği kitleler ne yazık ki ülkemizde de varlığını sürdürdü. Bilgisizliğin tutsağındaki iktidarların peşine takıldı. 33 yıl boyunca baskı rejimiyle sözde hükümdar olmuş, Abdülhamid biriydi. Osmanlı İmparatorluğu onun zamanında en büyük toprak kayıplarını yaşadı. 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsızlığını ilan etti. Bulgar Prensliği kuruldu. Kars, Ardahan, Batum Ruslara, Teselya Yunana verildi. 1881’de Tunus, 1882’de Mısır Fransa ve İngiltere’ye teslim edildi. 1885’de Doğu Rumeli Bulgar Prensliğiyle birleşti. Öylesine bir yönetimdi ki; 1897’de Yunanlılarla yapılan ve kazanılan Dömeke Savaşından sonra bile Girit’e özerklik verildi, adaya Yunan Prensi vali olarak atandı. Borçlar öylesine artmıştı ki Kıbrıs’ta 90.000 altın karşılığı İngiltere’ye üs açma hakkı verildi, Kıbrıs bir daha tamamen Türk egemenliğinde olamadı. Böylece ticari ve savaş gemilerimizin Akdeniz’e çıkmaları engellendi yani artık Akdeniz Türk Gölü değildi.
Ardından kendi varlığını, Ulusun varlığından üstün tutan Vahdettin dönemi geldi. İslâm’ın ve saltanatının biricik kurtuluş umudu olarak İngilizleri görmüştü. “Benim ve İslâm’ın yegane kurtuluş ümidimiz İngiliz İmparatorluğudur” diyecek denli gözü dönmüştü. İslamı bile Haçlı düşüncesine teslim edecek kadar aymazlaşmıştı. O Haçlı ki; İslamı yeryüzünden silmeye yeminliydi.
Son yıllarda bu iki isim siyasetçilerin diline yapıştı. Ulusu birleştirmekten uzak saltanatın temsilcileri; bir İmparatorluğu tarihe gömmüşken nasıl birleştirici olabilir? Bilgisizliğin tutsağındaki, araştırma yetersizliğindeki çevreler Abdülhamid ve Vahdettin tablolarının, övgülerinin Vatanımızın Bölünmezliğine, Ulusun Birliğine hizmet etmeyen, etmeyecek olmasının bilincine varması gerekmektedir. Tarihsel gerçeklerin, belgelerin üstü örtülemez, Aydınlık karanlığı kesinlikle yırtacaktır. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy Abdülhamid’e şu dörtlüğüyle ne güzel seslenmiştir.
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’ e
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek
Otuzüç yıl bizi korkuttu, şeriat diyerek

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.