Biz her dönemin mazlumu ve mağduruyuz!

Demokrasi, ihsan edilerek gelen yönetim biçimi değildir. Mücadeleyle, emekle, çabayla kazanılabilir.

O gökten yeri inmez!

Ya da bir mucize eseri topraktan fışkırarak çıkmaz.

Demokrasi, ayrılıkları içine sindirmenin, farklı olanlara hoşgörü göstermenin, sarsıcı düşüncelere sahip olanlara saygı duymanın adıdır.

***

Bu sarsıcı düşüncelerin ifade edildiği en önemli zemin yazılı ve görsel medyadır.

Bizim mesleğin ana görevi tarihin müsveddesini yazmaktır. Bugüne ayna tutmak, günün olaylarını nesnel bir şekilde anlamaktır. Onun için gazeteciye “çağının tanığı” denilir.

Bugünün tarihçileri nasıl ki, geçmiş yılların gazete koleksiyonlarını en önemli belge, bilgi kaynağı olarak kullanıyorsa; gelecek kuşaklar da bugünkü gazeteleri veri kaynağı olarak değerlendirecekler.

Siyasal iktidarlar medyayı hep tehlike olarak gördüler.

Yönetimleri denetlemesi gereken basın bu nedenle baskı altına tutuldu.

Bizde bu işin başlangıcı ‘Ulu Hakan’ Abdülhamit dönemidir.

AKP’nin, İslamcıların Mustafa Kemal’e inat sahip çıktığı Abdülhamit 1876 yılında ilan edilen anayasayı bir darbeyle ortadan kaldırdı.

Sonra basın için sansür kurulu kurdu.

O yıllarda gazetelerde bazı sözcüklerin yazılması bile yasaktı.

Büyük burun (Abdülhamit’in burnu büyüktü), yıldız (Yıldız Sarayı’nda oturuyordu), bomba, hürriyet, sakal, grev, Murat, Mithat Paşa, baykuş, tahtakurusu (Osmanlıca yazım kuralları nedeniyle tahtın kurusun anlamına gelebilir), ihtilal, sosyalizm, cumhuriyet, anayasa, Makedonya, Girit, tayyare, Bosna Hersek, hatta Kıbrıs sözcüklerinin haber içinde geçmesi yasaktı.

Düşünün kimya formülü şöyle yazılamazdı; A.H=0. Çünkü bu da Abdülhamit’in sıfır olduğu iması olarak kabul edilirdi.

Coğrafi isimlerin yasak olmasının nedeni, kaybedilen topraklar olmasıydı.

Gazeteciler de pek bilmiyor ama 1908 Devrimi, 24 Temmuz günü gerçekleştirildi.

Abdülhamit yıkılınca, ülkede özgürlük havası esti.

Sansür kurulu ortadan kalktı, gazeteler özgürce yayın yapmaya başladı.

Bunun için 24 Temmuz basından sansürün kaldırılışının yıldönümüdür.

SANSÜR KALKTI, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ GELMEDİ!

Tek parti döneminde sansür kalktı ancak yasaklar sürdü.

Cumhuriyet döneminde yazının ilk şehidi Sabahattin Ali oldu. Kaleminden başka hiçbir silahı olmayan Sabahattin Ali önce cezaevine tıkıldı, ardından 1948 yılında faili meçhul cinayete kurban gitti.

Demokrat Parti döneminin başlangıcında balayı yaşandı, ancak kısa süre sonra Ankara Ulucanlar Cezaevi “Hilton” adını aldı, gazeteci yatağı haline getirildi.

1956 yılında DP döneminde çıkarılan 6732 sayılı kanunda aynen şu ifadeler yer almıştı:

“Resmi sıfatı olan kişiler hakkında olumsuz bir izlenim yaratacak yayında bulunmak, bir yıldan üç yıla kadar hapis!”

Sanırım o dönemde dünya tarihine geçecek bir örnek dernek kuruldu:

“Radyo İstasyonlarından Ajans Haberlerini ve Partizanca Yayınları Dinlemeyenler Derneği!”

Dernek kurulduktan sonra polis tarafından basıldı ve kurucuları gözaltına alındı.

Acaba bugün de satılık, tetikçi medyadan korunma derneği kurulsa, nasıl olur?

1960’lı yıllar 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı; 1980’e kadar sürdü. Kenan Evren darbesi bütün özgürlüklerin üzerine şal örttü. 1990-2006’ya kadar kısmi bir özgürlük ortamı yaşadık.

Sonra FETÖ çetesi ortaya çıktı, basın özgürlüğü ayaklar altına alındı.

Şimdi de tek adam rejiminde basın ve ifade özgürlükleri dümdüz edildi.

Sözün özü, zordur bu ülkede gazeteci olmak…

Biz her dönemin mağdur ve mazlumuyuz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.