DEVRİMİN KALBGAHI

23 Nisan 1920. Devrimin, bağımsızlığın ve aydınlanmanın “Büyük Anıtı,” Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 100. yılı. Bu gün, tarihimizin en önemli dönüm noktasıdır. 23 Nisan’ın öncesi ve sonrası değerlendirilirken bunu tüm benliğimizde hissediyoruz, gururlanıyoruz.

Asırlık onurumuzun, tüm dünyada kurtuluş savaşı veren; uluslara esin kaynağı olduğunu görüyoruz.

“1919 Mayıs’ın 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumunun görünüşü şöyledir…..” Mustafa Kemal Paşa “Büyük Söylev”ine böyle başlıyor. Söylemlerinden ve eylemlerinden öğreniyoruz ki, kurtuluş ile kuruluşu düşünsel ve kuramsal olarak olgunlaştırmış; Stratejisini adım adım uygulayan bir Mustafa Kemal Paşa var Anadolu’da.

“Bilimde ve Siyasette büyük başarı elde edenlerin iki özelliği göze çarpıyor.

Birincisi, bu insanlar, kendi alanlarında karmaşık olaylar ve olgular demeti ile karşı karşıya geldiklerinde başlıca etkenlerin neler olduğunu herkesten çabuk fark ediyorlar. Dolayısıyla siyaseti yönlendirmek ve bilimsel açıklık getirebilmek için nasıl davranmaları gerektiğini gene herkesten önce kavrayabiliyor.

Üstün sezgi yeteneği, bilimde yeni buluşlara götürüyor, siyasette ise rakiplerini yenme olanağı sağladığı gibi yeni çığırlar açabiliyor.

İkincisi ise amaçlanan büyük hedeflere ulaşmak için uğraşırken, önlerine çıkan küçük sorunlara takılıp kalmama becerisi ve iradesi göstermeleri.” (Erdal İNÖNÜ)

Mustafa Kemal’i farklı kılan niteliklerden birisi bu olmalı. TBMM’nin açılışına kadar süreci kısaca değerlendirirsek şöyle bir tabloyla karşılaşırız:

  1. Genelgeler Dönemi:

A- Havza Genelge’si, 28 Mayıs 1919: Halka işgallerin başladığını ve yayılacağını bildirir. İşgallere karşı örgütlenilmesini, protesto gösterilerinin yapılmasını, silahların teslim edilmemesinin önemini vurgular.

B- Amasya Genelgesi: 22 Haziran 1919: Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İzlenecek yolla ilgili bilgi verir ve “Ulusun geleceğini yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır” der.

2- Kongreler Dönemi:

A- Bölgesel Kongre: Erzurum Kongresi.

B- Ulusal Kongre: Sivas Kongresi. Bu süreci kısaca değerlendirirsek; genelgelerle yerel halka bilgi veriliyor ve gelişmeler halkla paylaşılıyor.

İkinci genelgede tarihimizde ilk kez resmi bir belgede, ulus iradesinden söz ediliyor. Kurucu niteliği karşımıza ilk kez burada çıkıyor. Bu Cumhuriyete giden yolda ilk adımdır. Kongreler sonunda çok kısa olarak önümüze konuluyor:

*Vatan bir bütündür bölünemez.

*Manda ve himaye kabul edilemez.

* Ulusal güçleri etken, ulusal iradeyi hakim kılmak esastır.

* Tüm direniş dernekleri tek çatı altında birleşir.

Bu kararları hayata geçirmek için Heyet-i Temsiliye oluşturulur. Paşanın stratejisi, yerelden bölgesele, bölgeselden ulusala giden akılcı bir yol izlediğini gösterir.

Halkla iletişimine baktığımızda ise 1683 Viyana Bozgunundan beri yenilen yılgın, bezgin, umutsuz bir halkı yeniden ayağa kaldırma çabası göze çarpıyor.

Halka, tutsak yaşamayla, bağımsız yaşamanın vicdani ve tarihi muhasebesi yaptırılıyor. Halkın karşısına ders veren, nasihat anlatan bir kişilik olarak hiç çıkmadı. Halkı, tarihsel dönemin önemine ve sorunlarını düşündürmeye yönlendirerek, karar verme sürecine ortak etti.

3- Osmanlı Mebusan Meclisi Dönemi: Sivas Kongresi sonrası en önemli konu meclisin toplanması. 16- 28 Kasım 1919’da Sivas‘ta, komutanlar ve toplumun kanaat önderleriyle meclisin toplanma yeri ve izlenecek yol tartışılır.

Mustafa Kemal, meclisin Anadolu’da toplanması görüşündedir. Ancak çoğunluk “İstanbul” der.

Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de toplanır. Mustafa Kemal’in kongreler döneminde hazırladığı Misak-ı Milli’yi kabul edince, 16 Mart 1920 yılında İstanbul resmen İtilaf Devletler’ince işgal edilir.

Tüm bu gelişmeler sonunda, TBMM’si Ankara’da açıldı.Tarihimize ise 1. Meclis olarak geçti. 1. Meclisimizin önemine ve niteliklerine gelince:

*TBMM demokratiktir. Savaş süreci boyunca hiç kapanmamıştır. Siyasi parti yoktur, ancak çok partili bir meclis gibi çalışır. Meclisin siyasal görünümü şöyledir:

1- Tesanüt Gurubu.

2- İstiklal Gurubu.

3- Müdafaa-ı Hukuk Gurubu

4- Halk Zümresi.

5- İslahat Gurubu.

Bu guruplar, siyasi parti gibi çalışmışlardır. Her türlü sorun özgürce tartışılıp oya sunulmuştur. Bakanlar, meclisin salt çoğunluğunca seçilmişlerdir.

*TBMM, tam bağımsız devleti vazgeçilmez bir amaç olarak görmüştür.

*TBMM, Ulus Egemenliğini ve Ulus Devlet ilkesini koşulsuz benimsemiştir.

*TBMM, Kurtuluş Savaşı süresince adı söylenmese de, Cumhuriyet rejimi gibi çalışmıştır.

*Kurucusu ve Başkanı Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’dan, 10 kasım 1938’e kadar üstlendiği tüm görevlere seçimle gelmiştir.

*TBMM tarihsel olarak birey, sivil toplum ve ulus olmayı amaçlamıştır.

* Anayasasına “Türkiye ahalisi din, etnik köken ve mezhep farkı gözetmeksizin TÜRK ıtlak olunur” der. Yani anayasal eşit vatandaşlığı benimsemiştir.

*TBMM, Saltanat ve Halifeliği kaldırmıştır. Osmanlı Hanedanını yurt dışına çıkarmıştır. Bu durum ise 600 yıllık büyük bir devletin kurucu ailesini kovmak gibi bir sadakatsizlik olarak hep sömürülmüştür.

Özetle; 24 Oğuz Boyu’ndan, Kınık Boyu Selçuklu Devletini kurmuştur. Anadolu, Türklere yurt edinilirken, Osmanlı Devletini kuran Kayı Boyu bu dönemde Anadolu’ya getirilmiş ve kendilerine Söğüt, Domaniç “Uç Beyliği” olarak verilmiştir. Selçuklu Devleti, zayıflayınca bu ortamda Osmanlı Devleti kuruldu. Osmanlılar Anadolu Fatihi ” Kınık Boyu”na nasıl muamele ettiler dersiniz? Bizans’a kaçmak zorunda kaldılar. Sultanoslar adıyla yaşamlarını bugünkü, Yunanistan, Moldavya ve Belerus içinde sürdürürken zaman içinde asimile olmuşlardır.

Tarihine çok düşkünmüş gibi görünen bu günkü saltanat heveslileri acaba Selçuklulardan haberdar mıdır?

Aslında tüm bu olanlar tarihin olağan akışıdır. Ancak bu gün politik görüşünü tarihe, hem de tarihi çarpıtarak söyletenler sorunlu bir kitledir.

Mustafa Kemal, Cumhuriyeti, hanedanlığı kaldırmak için kurmadı. Cumhuriyet rejiminde hanedan olmadığı için kendiliğinden işlevsiz hale geldi.

Örneğin; Rusya, Fransa, Almanya’da idamlar öne çıkmıştır. Aradaki fark iyi görülmelidir.

Ulusal bilinçle yetişenler iktidar olduğunda tüm ulusa karşı sorumluluk hissederler; cemaat bilinciyle yetişenler cemaate karşı sorumluluk hissederler. Devletin kurumları ise bilimsel yoldan uzaklaşarak çağ dışına savrulurlar.

Son söz: Çağdaş uygarlığın üzerine çıkmayı hedef gösteren ulusal Önderimiz Atatürk’ün parmağına bakarak ağıt yakıp mı övüneceğiz? Yoksa parmağın gösterdiği hedefe, O’nun yöntemi ve enerjisiyle çalışıp mı ulaşacağız?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.