Yaz yangınları

İlk ateşi kim buldu acaba? Büyük ihtimalle farklı farklı yerlerde, farklı farklı zamanlarda bulunmuştur. O dönemlerde iletişimin esamesi okunmadığından kimse kimseye neyi, ne zaman keşfettiğini haber edememiştir.
Böyle şeylerin ilki ne zamandır bilinmez ki zaten.
Önceleri “ateş”i yıldırım çarpması sebebiyle oluşan yanmalar olarak görmüşlerdir büyük ihtimâl. Sonra da bu durumu taşları ya da dalları birbirine sürterek kendileri oluşturmuş, zaman içinde de ateşin kullanılışını geliştirmiş, ısınma ve pişirme için kullanmışlardır. İlerleyen zamanlarda sanayide kullanmayı öğrenmiş ve bizi bugünlere kadar getirmişlerdir.
Artık ateş insan hayatının olmazsa olmazıdır.
Su da öyle.
Ve hava da…
Hangisi olmadan yaşayabiliriz?
Onlarsız yaşayamamamıza rağmen bize en yakın dost olan o ateş, o su, o hava öyle bir zaman geliyor ki bizim en acımasız düşmanımız haline dönüşebiliyor.
Ateş yangına, su taşkına, hava fırtınaya dönüşüp felaketimiz oluyor, bize kaçacak yer bırakmayabiliyor.
“Ateş”in adı dahi alev alev yakıcı bir his uyandırıyor insanda değil mi?
Kibrit çöpünü yakmak ne kadar ufak bir harekettir aslında
Kibrit çöpünü elimize alır, başını kutunun yanına sürteriz ve bir anda bir alev çıkar. O ufak hareketin devamında olabileceklerin hızını ve gücünü kestiremez insan. Sadece minik bir tutuşma ve ondan sonra ısınan ve kızışan her şeyin bir anda alev alması…
Ateş o kadar hızlı ilerler ve o kadar önü alınmazdır ki, yanabilecek her ne varsa yakar geçer. Yanına destek kuvvet olarak rüzgârı da aldığında iyice güçlenen bu alev ordusu tüm gücüyle bütün kalelerimize saldırıp hepsini alaşağı eder.
Sorumusuzca fırlatılıp atılan bir sigara izmaritinin dekarlarca ormanı küle dönüştürdüğüne defalarca şahit olmuşuzdur. Bir yangın başladığında önce yükselen kesif dumanı, gece olduğundaysa iyice hızlanmış yangının çılgına dönüşmüş alevlerini kaç kez üzüntüyle izlemişizdir. Haberlerde “ciğerlerimiz yanıyor” başlığı atılır ya; gerçekten de “ciğerlerimiz” yanıyordur.
Yaz sıcağıyla tutuşmaya yer arayan kuru dalların alev alması için küçücük hareketler yeterlidir zaten.
Piknikçilerin iyice söndürmeden bıraktıkları mangal ateşleri, çevreye saçılan cam kırıklarının mercek haline dönüşüp güneş ışığını odaklamaları da bu küçücük hareketlerdendir.
Bir de kasıtlı başlatılanları vardır. Hasadın ardından yakılan anızlar, ormanda tarla açmak için yakılıveren birkaç ağaç ve kontrolden çıkan alevler…
Başlama nedeni ne olursa olsun sonuç hep aynıdır.
Yanıp küle dönüşmüş binlerce ağaç. Kelleşmiş tepeler. O ormanda yaşayan yüz binlerce canlının telef oluşu. Dolayısıyla da ekolojik dengenin bozuluşu…
Doğanın kendi içinde bir güç dengesi, kendi arasında bir üstünlük ve bir boyun eğerlik uyumu var.
Ateş her şeyi yakarken rüzgâr ateşi daha uzaklara taşıyabiliyor. Taşkınlarıyla hayatımızı altüst eden suysa çığrından çıkmış ateşi dize getirebiliyor…
Hükmedebildiğimiz kadar yapıcı, hükmedemediğimiz kadar yıkıcı olan bu güçlerle zaman zaman yan yana, zaman zaman da karşı karşıya kalarak yaşamak bizim kaderimiz ise; bunu “kötü kader”e dönüştürmemek için, “takdir-i ilahi”  deyip çaresizce kabullenmemek için, kendimizi ve nesillerimizi koruma altına alabilmek için plan ve program dahilinde hareket etmeliyiz.
Henüz küçük yaşlarda edindirilen ağaç sevgisi ve bilgisi ormanları korumanın ilk adımlardır. Bir yangının oluşumunu izletmek ve nelere mal olduğunu göstermek de ateşle oyun olmayacağının en etkili yoludur.
Her şeye rağmen oluşabilecek yangınlara müdahale edebilmek de devletin öncelikli vazifelerindendir.
Orman Bakanlığı hem ormanların çoğalmasından hem de korunmasından mesulse eğer, bütün bunları yapabilmek için gereken bütün donanımlara da sahip olmalı. Üç tarafı denizlerle çevrili bir memlekette öncelikle çok sayıda yangın helikopterleri olmalı. Yangına en kısa zamanda müdahale edebilecek ekipler olmalı.
Öncelikle de ormanın ve yangının bilincine varmış yöneticiler olmalı…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.